Sapere aude! *Aklını kullanma cesaretini göster!

05 Şubat 2023 Pazar

Sevgili okurlarım, uzun bir aradan sonra yeniden Assos’tayım. Ve yeniden bu yıl tam 23’üncüsü yapılan Assos Felsefe Günleri’nin sıradan bir öğrencisiyim. Ne demişler, bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp. Üstelik Cumhuriyetimizin yüzüncü yılı nedeniyle konumuz: Aydınlanma. Konu 17. yüzyılın yarısında başlayıp hâlâ devam eden ve hepimize gerekli olan Aydınlanma olunca başköşeye ünlü filazof Kant oturuyor. Kant yüzyıllar ötesinden insanlara sesleniyor: *“Aklını kullanma cesaretini göster!”

Peki akıl nedir nasıl oluşur, işte işin püf noktası bu. Akıl doğamız gereği içgüdüsel bir davranış biçimi değil. Öğrendiğimiz bir davranış biçimi, yaşam içinde elde ettiğimiz bir özelliğimiz. İşte sorun bu: Aklı belirleyen ve kullanma cesaretini edinmemize neler etki eder? Hiç kuşkusuz öncelikle tutkularımız, yaşadığımız yüzyıllın özellikleri, yaşadığımız, doğduğumuz coğrafya!

(Assos’ta 50 yıldır değişmeyen tek şey: Yörük kadınlarının saltanatı.)

Şimdi biraz Aydınlanmadan söz etmemiz gerekiyor. Aydınlanma döneminin 17. yüzyılın yarısından itibaren başladığını kabul etsek de Aydınlanma fikrinin yani gerçeği aramanın tarihi antik çağlardan başlıyor ve hâlâ devam ediyor. Kısaca Aydınlanma ortaçağı karanlık bir çağ yapan dinin tutuculuğundan ve egemenliğinden kurtulma olarak tanımlanıyor. Ne oldu da insanlar Aydınlanmaya yani aklın egemenliğine ve aklı kullanma cesaretine nasıl ulaştılar?

Kısaca Aydınlanma yani insanların akılını kullanma cesareti bir çiğ gibi büyüdü. Ve dinin egemenliği son buldu. Aydınlanma aslında laiklik fikrinin anasıdır. Gelelim bizde neler oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın sonu, Aydınlanma fikrine uzak olan bir padişahlık dönemi var. Öyle ki Aydınlanmayla birlikte gelişen hiçbir yeniliği ısrarla kabul etmiyorlar. Matbaa adeta bir şeytan icadı. Uzak denizlere gitmek mi? Piri Reis’in fetvayla kafası uçuruluyor. Dünya değişirken Aydınlanmanın ardından Sanayi Devrimi tüm hızıyla dünyaya hâkim olmaya başlarken deyim yerindeyse aklını kullanmayan, halife olmayı en büyük kazanç olarak gören Osmanlı toprak kaybediyor. Bütçe tam takır. Ve akıl sanki durmuş. İşte Cumhuriyet bu koşullarda kuruluyor.

Ve biri çıkıyor, Mustafa Kemal adında, Osmanlı’nın başarılı bir komutanı ama işgal edilmiş İstanbul’u içi acıyarak izleyen bir komutan. Savaşta elde ettiği başarılarla övünmeyi sevmeyen bir komutan. Tarihçiler Mustafa Kemal’in en önemli özelliğinin başardığı işleri abartmayan biri olduğunu söylüyorlar. O bir örgütçü, bir hakla ilişkiler uzmanı, yabancı gazeteciler soruyor: “Yeni bir ulus, bir Cumhuriyet kurmayı nasıl başardınız?” Cevabı gayet kısa, telgraflarla: “Evet, tek iletişim aracının telgraf olduğu bir zamanda o, ülkenin her yerine her gün yüzlerce telgraf çekip ülkesinde yaşayan insanların ne düşündüklerini anlamaya ve onlara umut veren ve aklını kullanmak için harekete geçiren bir lider. Silah arkadaşlarının halifeliği kaldırmak isteyen Mustafa Kemal’e bunu yapmaması için suikast düzenlenen, korkusuz ve bundan böyle ülkenin adı: ‘Türkiye Cumhuriyeti olacaktır!’ diyen ve bunu hızla gerçekleştiren akıllı bir lider. Aydınlanmanın getirdiği bütün olumlulukları Cumhuriyet için kullanan bir lider!” 

“En hakiki mürşit ilimdir!” diyen bir lider. Aslında devrim yapan bir lider! En büyük özelliği aklı kullanan bir lider. A planı aksadığında mutlaka bir B planı olan bir lider. Zamanı ve fırsatları hızla kullanan bir lider. Ve Aydınlanma çağının getirdiği olumlulukları halkıyla birlikte uygulamaya koyan bir lider. Cumhuriyetin kuruluş yıllarına bakın! Sadece o günleri yaşayan insanların nasıl bir özveriyle ve nasıl bir özgüvenle akıllarını kullanma cesaretine gönüllü olduklarına bir bakın! Ve hâlâ süren bu Aydınlanmaya yürekten katılın.

Aristo’nun ülkesi Assos’ta özveriyle felsefe günleri düzenleyen Felsefe, Sanat, Bilim Derneği Başkanı Örsan Öymen’e katılımcı felsefecilere, onlara otellerini açan elli yıllık arkadaşım Hilmi Selimoğlu’na teşekkürler!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları