Sokak Halleri...

18 Mart 2015 Çarşamba

Okurlarım bilir, bu köşenin yazarı sokağı pek sever. Hadi bugün de hep birlikte sokaklara çıkalım. O da ne, kendi halinde emekli maaşı ve iki oda bir salon evinden gelen kirayla geçinen bir kadıncağız. Üzüntülü, çünkü kiracısı bir gece vakti hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolmuş. Altı aydır kirayı ödemiyormuş, ev sahibi “Bu her insanın başına gelebilir” diye düşünüp ellerinin ferahlamasını bekliyormuş. Ama olmamış işte, kiracı kuş olup uçmuş. Ev sahibi şimdilerde kiracının çocuğunun gittiği okulun kapısında konuşlanıp bir iz bulmayı düşünüyor, bunları söylerken yapmayı düşündüklerinden ölesiye utanıyor. Oysa ev sahibinin yapmayı düşündüğü şeyi bankalar çoktan başlatmışlar bile, öyle bildik. İstediklerini bir anda bulan bankaların kredi borçları nedeniyle borçluların çocuklarıyla uğraşmaları doğrusu insan haklarına, en önemlisi de çocuk haklarına aykırı. Bu doğrudan çocuğun taciz edilmesine giriyor. Bankalar başka yolları denemeliler ama demek ki bazen onlar da çaresiz kalıyor. Bu nedenle dedektif gibi çocukların peşine düşüyorlar. Bankalar ve ev sahipleri çocukların peşine düşedursun, borçlular da çare bulmakta hiç zorlanmıyorlar. Örneğin bir aile tanıyorum, kredi borçları öyle bir tavana vurdu ki, sonunda çareyi karı koca sahte ayrılıkta buldular. Adam bir arkadaşının yanına yerleşti, evine gelemiyor, çocuklar ve karısı adamı arkadaşının evinde ziyaret ediyor. Bu arada Amerikan vizesi alıp Amerika’ya kapak atmak isteyenlerin sayısında da önemli bir artış var. Genç bir dostum, tüm kredi kartlarının son limitine kadar kullandı, tek çaresi gözden kaybolmak... Dördüncü kez vizeye başvuruyor.
Büyük çoğunluğun borçla yaşadığı, en büyük borçlunun da devlet olduğu bu ülkede her şey geriye gidiyor. Cumhurbaşkanı’nın “Üç çocuk değil dört çocuk ısrarı” artık sinir bozucu bir söylem haline geldi. Cumhurbaşkan’ı ülkenin, çocuk ve anne ölümleri açısından komşuları arasında Irak’tan sonra sondan ikinci olduğunu ya bilmiyor ya da umuru bile değil.
Gerçekten sorumluları alıp korumasız, habersiz bir iş gezisine çıkarmak gerek. Örneğin Doğu’da bir yere mesela İdil’e gidelim. Ben beş ya da altı yıl önce gitmiştim; manzarada pek bir değişiklik olacağını sanmıyorum, her evden en az on çocuk sokağa fırlıyordu, hepsinin ayakları çıplaktı ve bir parça ekmeği kemirip duruyorlardı. Beni en çok etkileyen, bir ailenin 13 yaşındaki en büyük kızıy- dı. Anne doğumlardan ötürü öylesine halsizdi ki geri kalan yedi çocuğun annesi bu küçücük kız olmuştu. Yüzü öylesine yaşlıydı ki, kendimi tutamayıp ağladığımı anımsıyorum. O gün, bize daha sıkı bir aile planlaması gerek diye düşünmüştüm. Çin ya da Hindistan’daki gibi.
Birazcık şu pek sık övündüğümüz genç nüfus meselesine gelelim. İlk elden bir ülke için çok değerli olan genç nüfus eğitimsiz ve yeterli donanıma sahip değilse, madalyonun arka yüzüne bakmak gerekir. Memleketin hali ortada.. Bu durumda genç nüfusun büyük bölümü ya sürüsüne bereket hemen her alanda faaliyet gösteren mafya içinde yolunu bulmaya çalışacak ya da sağ ve sol ideolojiler adına dağlarda vuruşacak, kentlerde canlı bomba olmayı hayal edip bu hayalin peşinden gidecek.
Geçenlerde, bir iş gereği Nusaybin’deydim. Şakacı, eski çağlardan günümüze kadar gelen seyirlik oyunları bilen altmış yaşlarında bir adamla tanıştım. Bereketli Mezopotamya topraklarında canını sıkan en önemli şey, oğlunun geleceğiydi. Bu onun bütün neşesini kaçıran bir şeydi. Binlerce baba gibi.
Evet yazımın sonuna geldim ama sokaklardaki hikâyeler bitmedi. Bugünlerde beni çok etkileyen bir şey var: O da sık sık gittiğim için biliyorum Kürt kadınlarının feodaliteyle, erkek egemen kültürle, devletle kıran kırana girdikleri mücadele. Bir yazıda da onu anlatırım. Beni izleyin arkadaşlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları