Topları hep patlak olan çocuklar!

28 Haziran 2015 Pazar

Kobani kurtarılmıştı, IŞİD arkasına bakmadan kaçmıştı. Tüm dünya derin bir soluk almıştı. Ama bir gecede kent yeniden kara yazgısına döndü. IŞİD bir gece vakti kente sızarak çocukları, kadınları öldürdü ve ölüm Kobani’ye yeniden geldi. Bütün bunları düşünürken 27 Ekim 2014 tarihinde Kobani’ye en yakın bölge olan Suruç’ta gördüklerim, yaşadıklarım aklıma düştü. Sınırda ve Kobani’de bir direniş destanı yazılmıştı. Ben bu destanın tanığı oldum. Şimdi de bir destan yazılacağından hiç kuşkum yok. Gördüklerim, yaşadıklarım öyle söylüyor, yeniden dinleyin, haksız mıyım?
“Hâlâ Suruç’a bağlı ve Kobani sınırına en yakın Mehser (Çaykara) köyündeyim ve bu gece orada kalacağım. Biraz nereye gittim, ne yapıyorum anlatmalıyım. Gözünüzün önüne getirin, köyün avlusu oldukça geniş camisi, dışardan gelen konuklar için yatakhaneye çevrilmiş, ayrıca gene herkes caminin içinde oluşturulan yemekhane bölümünde sıraya girip ekmeğini, yemeğini alıyor, kim olduğun önemli değil. Üniversite öğrencileri, öğretmenler, doktorlar yani tüm ülkeden ve dünyanın pek çok yerinden gelmiş kadınlar, erkekler, arada çocuklar…
Birden gene bir havan topu atılıyor. Ses çok korkunç ve yanımda Kobani Halk Meclisi’nin üyesi orta yaşlı bir kadın var: Feyize. On gün önce Kobani’den gelmiş, başını eğip sessizce ağlamaya başlıyor, Kobani’de biri gazeteci olarak çalışan, diğeri sıcak savaşta iki kızı var. ‘Ben kızlarınıza mı ağlıyorsunuz’ diye sorulacak en kötü soruyu soruyorum, şaşkınlıktan olacak. O, ‘Hayır, ben bütün Kobani için ağlıyorum’ diyerek beni mahcup ediyor.
Gece ilerliyor, ben hâlâ caminin avlusundayım. Güzeller güzeli, Diyarbakırlı Firuzan yanıma gelip çay isteyip istemediğimi soruyor. Elbette istiyorum... O yedi gündür burada. Diyarbakır’dan gelmiş, işleri organize ediyor. Bir yandan da ‘ben güzelim değil mi’ diye soruyor, ‘beni artist yaparsın artık.’ Doğru söze ne denir, gerçekten çok güzel... O sırada Firuzan’ı çağırıyorlar, İzmit’ten gelen bir ekip varmış, yer bulamamışlar. İş Firuzan’a düşüyor, hayda koşturup yanımdan gidiyor.
Şimdi bir soru, insanlar bütün gece neden nöbet tutuyorlar? Nedeni şu, birincisi karşıya moral, ikincisi herhangi bir IŞİD sızıntısını engellemek. Nereden? Türkiye’den. Bu önemli, çünkü burada konuştuğum hemen herkes IŞİD militanlarının sınırlarımızdan geçtiğini söylüyor.
Sözü kısa keselim, çünkü gördüklerim, duyduklarım bu kadar değil. Sizlere mülteci kamplarını ve burada çalışan gönüllüleri anlatmak istiyorum.
Suruç, köyleriyle birlikte yüz bin nüfuslu bir ilçe. Savaş nedeniyle Kobani’deki akrabalarına yüreğini ve tüm imkânlarını sonuna dek açmış bir yurt parçası. Şu anda nüfusunun kaç olduğu bilinmiyor. Çünkü Suruç’ta sadece mülteciler yok, bir o kadar da Türkiye’nin ve dünyanın her yerinden gelmiş, gönüllüler ordusu var.
İlk olarak Arin Mirxan çadır kentine gidiyorum. Arin Mirxan tüm Suruç ve mülteciler için çok değerli bir ad. O Kobani’de savaşırken ölen çok genç bir kızın adı.
Kamp sorumluları arasında Türkçe bilen sadece iki genç kadın var. Biri Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde çalışıyor, iznini burada kullanıyor, öteki Marmara Üniversitesi’nden, o da iznini burada kullanıyor.
Kampta her şeyin mükemmel olduğunu söylemek olanaksız. Özellikle hijyen, sorumlu herkesin en çok dikkat ettiği şey. Çünkü küçük çocuklar var, banyo koşulları çok zor olduğu için bitlenme söz konusu olabilir, sonra salgın hastalıklar var ve önümüz kış! Banyo için su ısıtılan çadır önlerinden geçip gidiyoruz, arkamızda bir çocuk ordusu. Birden çadırların birinin önünde acıyla kıvranan bir kadın görüyorum. Kobani’den on gün önce gelmiş ve gelirken mayına çarpmış ayağını kesmişler, şimdi çok ağrısı var. Az sonra yeniden doktora gidecek, öylece acıdan kıvranarak duruyor.
Tam o sırada, dört beş çocuk ellerinde patlak bir top açıklık bir yere doğru koşturuyorlar. Topları patlak ve ben ‘topları hep patlak olan çocukları’ düşünüyorum. Onları nasıl bir gelecek bekliyor? İster Kürt, ister Türk, ister Alevi, ister Sünni olsun bazı çocukların topları hep patlak.
O genç adam Adıyaman’dan çıkıp gelmiş, kendisi Zihinsel Özürlüler üzerinde çalışan bir öğretmen. Düşünmüş ki, buradaki çocukların en çok ihtiyacı olan şey, Kürtçe bilen bir öğretmen. Evet, dil mülteci çocukları için çok önemli, çok iyi anlıyorum, çünkü o çocuklara Türkçe nasıl uzak geliyorsa bana da Kürkçe o denli uzak. İnsan kendini ifade edemediğinde bir hiç oluyor. Genç öğretmen onların eli ayağı…
Çocuklar bir yerlerde hep patlak toplarıyla oynuyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları