İadei İtibar - 2

02 Aralık 2013 Pazartesi

Seri çekilen filmler gibi oldu ama konu derin olunca bir köşe yazısı ile bitmiyor maalesef. Bu ülkenin sanki doldurması gereken bir kontenjan var sanırım. Sürgünde yaşama, itibarsızlaştırma ve hain damgası yemek gibi. Yurtdışında ziyaret edilen mezar sayıları gün geçtikçe artıyor. Artık bazı ülkelerde tur programlarının içinde yer alıyor bu mezarların ziyaretleri. Bunlar bilebildiklerimiz; peki, ya ismini hiç duymadıklarımız veya bu ülke toprakları içinde de sessizce mezarlarında kalbi kırık ve küskün yatan gönüller? Onlar ne hissediyor?
Bir ülke, değerlerini kaybettikten sonra gözyaşı dökerek değil yaşarken onurlandırarak anlam kazanır. Maalesef yaşarken zamanın ruhuna uymayanları biz hep ötekileştirdik. Onlar hataları söylerken veya direnirken bırakın ciddiye almayı dönemin söylemiyle “ignore” ettik. Bu ibareleri sanmayın ki yalnızca sanatçılar ve yazarlar için kullanıyorum. Bu sözleri esas biz yaşarken kendilerini feda edenler için yazıyorum. Şehitliklerdeki şu söz hep beni duygulandırır. “Bizim ölüm anımız toprağa düştüğümüz an değil, unutulduğumuz zamandır.” Bu sözü evrensel anlamda çok yerde kullanabilirsiniz. Ölüm bazen en şerefli seçeneklerdendir.
Masum bir insanı hapse göndermek, şerefi ile oynamak, değerlerini alaşağı etmek ve geride kalanların üzüntülerini demir parmaklıklar arkasından seyretmeye zorlamak sizce ölümden daha mı kolay? Yaşarken sevdikleri ile yalnızlaşmak ve etrafından “değdi mi” diye sitemler duymak… Yıllarca onur ve şerefi ile yaşarken bir gün birisinin gelip “Sen aslında onursuz ve şerefsizsin” dediğinde bunun aksini ispatlamaya çalışmak… Bunlar sizce çok kolay mıdır? Bir ömür tüketerek hazırlık yaptığı hayallerinin sadece farklı düşündüğü için avuçlarının içinden alınışını seyretmek daha kolay mıdır? İnanın daha zordur. Bu zorluğu yaratan da sessizliğin kendisidir. Çünkü hep şunu bekler insan, birileri çıkacak ve “Durun ne yapıyorsunuz bu yaptığınız doğru değil” diyecek. Kalabalığın itiraz seslerinden kendi sesini duymamayı umar ve bekler. Ama tek duyduğu sessizliktir.
Darbe sonrası yıllarda temiz kâğıdı diye bir kavram yerleşmişti günlük hayatımıza. Devlet ile ilgili bir işe girmeniz veya okula gitmeniz gerekiyorsa birinci dereceden yakınlarınız için bazı evraklar alırdınız. Suç kişiselken bir anda ailesel bir suça dönerdi. O belgeyi isterken utanan ve sıkılan yüzleri isterseniz bir hatırlayın. Devletin yaptığı bu hatayı son dönemlerde hepimiz yapmaya başladık. İnsanları şahsi olarak değil, düşünceleri, kıyafetleri, mezhepleri, inançları, cinsel tercihleri, etnisitelerine göre değerlendiriyoruz. Ama bu hatalara bu şekilde devam edersek bırakın kişisel iadei itibarı, toplum olarak iade edilecek bir itibarımız kalmayacak.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları