Altından ev

17 Haziran 2015 Çarşamba

Yıl 1931. Yer, Eskişehir İnkılap İlkokulu.
Cumhuriyetimizin en genç kızı Muazzez İlmiye Çığ, Bursa Kız Öğretmen Okulu’nu bitirmiş ve Eskişehir’de göreve başlamıştır.
Sınıfta iki talebe vardır ki özellikleriyle öne çıkarlar: Meraklı bakışları, seri hareketleri ve sapsarı saçlarıyla akıllarda yer eden Turan, ki İlmiye Hanım’ın da kardeşidir ve hocasına sürekli olarak “Size altından bir ev alacağım/ yaptıracağım” diyen çalışkan talebe Orhan
Küçük Orhan, yıl boyunca bu sözünü o kadar sıklıkla tekrarlar ki, durum ailesinin de dikkatini çeker ve bir akşam ailece öğretmen hanımı ziyarete gelirler.
Bu ziyaretten sonra Muazzez İlmiye Hoca da o ailenin bir parçası olur artık, sık sık görüşürler Orhan’ın yakınlarıyla.
Orhan Günday, ilerki yıllarda İstanbul Belediyesi’nde avukat olarak hizmet verir ve hukuk alanında önemli çalışmalar yapar.
Zaten hocanın kardeşi Prof. Dr. Turan İtil de psikiyatri dalında öne çıkmış, beynimizin o karmaşık yapısı hakkında uzmanlaşmıştır.
Muazzez İlmiye Çığ, 60’lı yılların sonu, 70’li yılların başında bir gün Topkapı Sarayı’ndan çıkarken kendisine doğru hürmetle ilerleyen bir bey görür. O bey çalışkan talebesi Orhan’dır ve sevgili eğitmenine söz verdiği altından evi hâlâ alamadığı için de çok üzgündür!
Ulusunu seven, Atatürkçü bir talebe yetiştirmenin haklı gururunu yaşayan ise Muazzez İlmiye Hanım’dan başkası değildir, elbette.
Yıllar yılları kovalar ve 2010’un ilk günlerinde Muazzez İlmiye Çığ’ın kapısı çalınır.
Açılan kapıda, yüzünde sevinçli ve gururlu bir ifadeyle Orhan Günday belirir.
İçeriye buyur edilen Günday, çayını içtikten sonra cebinden minik bir kutu çıkarır ve heyecanını gizleyemeyerek, sevgili öğretmenine takdim eder.
Kutuda, zincire takılmış ev biçimde bir kolye vardır ve altındandır!

***

İnce zanaat erbabı
İstanbul’daki “Bitpazarı”nın aslı, “Batpazarı”dır. Bir zamanlar buranın yankesicisi, dolandırıcısı, cepçisi, arpacısı, karmanyolacısı, tantanacısı ve bilumum ince zanaat erbabı, akıl almaz kalitede “kalk gidelim”lere imza atmışlardır. Öyle ki, rivayete göre Sherlock Holmes’un ta kendisi olduğu iddia edilen dünyaca ünlü bir hafiye, mesleki merakını yenememiş ve Bitpazarı’ndaki durumu gözlemlemek için İstanbul’a gelmiştir.
Hesabı, Bitpazarı’nı dolaşmak ve ününe yaraşır biçimde hiçbir şeyini çaldırmadan oteline dönmektir.
İlk gün, ekose ceketi ve külot pantalonunun ceplerine hatırı sayılır tutarda para doldurur. Dişlerinin arasına sıkıştırdığı gül ağacından piposuyla olay mahallini tura çıkar. Pazaryerini aşağıdan yukarıya saatlerce dolaşır. Piposunu keyifle tüttürürken ceplerini de sık sık yoklamayı ihmal etmez.
Zehir hafiyemiz akşama doğru son yoklamalarını yapar ve muzaffer bir edayla çıkışa yönelir. Sonuçtan hoşnuttur, çünkü bir sent bile çaldırmamıştır, “gözden sürmeyi çeken” hırsızlara.
Piposundan kuvvetli bir nefes çekip İstanbul semalarına üfleyerek kutlamak ister, başarısını. Ne var ki havanın puslu akşamlara özgü tadından başka bir şey hissedemez damağında…
Sağ elinin avucu, pek kıymetli piposunun tütün haznesi kadar boşluk bırakılmış halde, görünmez bir yumurtayı alttan tutar gibidir; ama mesleklerini “erkân-ı harp seviyesi”nde idrak eden usta eller, bir göz kırpmalık zamanda gereğini yapmış ve çok özel hafiyenin çok özel piposunu uçuruvermişlerdir!
Hafızam beni yanıltmıyorsa, zehir hafiyenin Cumhuriyet gazetesine ilan vererek: “Pipomu getirin, kaç para isterseniz öderim!” dediğini de hatırlarım.
E şimdi ben böyle hırsızı alnından öpmez miyim?*
*KEMAL KIRAR’ın Türkçenin güzellikleri üzerine… Ne Ülen Bu?! başlıklı kitabından alıntıdır (Destek Yayınları, 2015)

“Önce bir dil katledilir, ardından onu konuşanlar” JEAN GIRAUDOUX

G NOKTASI
Sosyal medyanın yayılmasıyla ortaya çıkan bir gerçek var: Türkçeyi doğru kullananların sayısı hızla azalıyor ve iyi eğitim görmüş diyebileceğimiz bir kesim bile, doğru konuştuğunu doğru yazmayı bilmiyor. En çok yanlış da “de/ da” ekinin yazılışında yapılıyor.
Editör ve düzeltmen Kemal Kırar, Türkçe âşığı bir dil uzmanı. Yukarda iki anekdot okuduğunuz kitabı, aslında sözcüklerin kökenine, nereden gelip nereye gittiklerine ilişkin bilgiler içeren bir çalışma. Yazar, öykülerle süslediği kitapta “imla” öğütleri de veriyor. İşte o öğütlerden biri, sözünü ettiğim “de/da” ekinin yazılışını da içerdiği için tereddüt edenlere yararlı olabilecek ve sık yapılan yanlışlara dikkat çeken bir pusula niteliğinde:

Ayrı mı yazalım bitişik mi?
- Yer ve konum bildiren ismin “de” hali eki bitişik (Necip dün akşam bende kaldı.), “dahi” anlamına gelen ya da bağlaç görevi yapan “de” ise ayrı yazılır (Ben de bu akşam Necip’te kalacağım.)
- İsimlere eklenerek yer ve zaman bildiren sıfatlar türeten “ki” eki bitişik (Bu sabahki maçı kolayca kazanırız), bağlaç görevi yapan “ki” ise ayrı yazılır (Olmaz ki, böyle de yatılmaz ki!).
Türkçede “ki”, anlamı vurgulamak için sadece olumsuz ifadelerde kullanılır, olumlularda değil! (Örnek: Ama ben onu hiç görmedim ki!)
- “ki” bağlacı, kalıplaştığı bazı durumlarda bitişik yazılır (oysaki, meğerki, illaki, mademki, sanki, halbuki, çünk(i)ü).
- Her soru edatı, istisnasız olarak ayrı yazılır (ben mi, benimki mi, gelir misiniz vb.)
Aşağıdaki bölümü ise okkalı konuşup yazdığını göstermek için Osmanlıcayı katleden eğitimli cahillerin dikkatle okuması gerekir:

Karıştırmayın!
- “Bilhassa” yerine “bilakis” derseniz, “özellikle” demek isterken “aksine” demiş olursunuz.
- Bir şeye “delalet” etmek, ona “işaret etmek/yol göstermek” anlamını taşır. Karıştırıp “dalalet” derseniz, “doğru yoldan sapma” demiş olursunuz.
- Birinin “eşkal”inden söz edilir, “eşgal”inden değil. İlki “şekiller” demektir, diğeri ise “işler”. - “Katil”deki “a” harfi uzun okunduğunda “öldüren kişi”, kısa okunduğunda ise “öldürme işi/edimi” anlamına gelir.
- “Mahsur”un “kuşatma”, “mahzur”un ise “sakınca” demek olduğunu unutmayın!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Vekâleten aşk 4 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları