Cehaletin ‘Araf’ında...

24 Nisan 2022 Pazar

Yozdaş azınlığa cennet, muhalif çoğunluğa cehennem ülkemiz Türkiye, aslında bir “Araf”. 

Ne yana savrulacağını bilemeyenlerin durağında, tıkış tıkış olgunluk trenini bekliyor millete inananlar da, ümmete yamananlar da.

Ancak bekleyiş uzadıkça uzuyor, hangimizin alnı ak, hangimizin vicdanı kara bir türlü netleşmiyor ve geçici konum Araf, hepimiz için kalıcı konuta dönüştü epeydir. 

Çünkü eskilerin “kemale ermek” dedikleri olgunluk trenine bir türlü girilemiyor. Ya da binilemiyor. 

Aslında her gün geçiyor söz konusu tren, ama dolu geliyor, dar geliyor, birkaç kişi ite kaka binebiliyor içine, eriyor kemale. Her gün çoğalarak bekleyenler ise hep açıkta kalıyor. 

O çoğunluk demek olan Türkiye de cennet ile cehennem arasında biteviye kararsız. 

Araf mı Türkiye, Türkiye mi Araf, ayırt edilemiyor artık. 

Niçin büyükçe bir olgunluk seferi konulmuyor bu Araf’a? Niçin toplumsal çoğunluğu içine alacak bir olgunluk treni uğramıyor bizim tarafa?

Anlamaya çalışıyorum... 

YAŞAMADIĞI TARİHİ YOK SAYAN CAHİLLER

Niçin olgunlaşamıyor Türk toplumu? Anlamak için kuşkusuz soruna dönmek ve olgunluğun tanımını yapmak gerek. Zihinsel ve duygusal yetkinlik kazanımına, bilgi ve görgü gelişmişliğine, deneyim zenginliğine, olgunluk deniliyor. Zaten burada durmak gerekiyor, çünkü yalnızca tanımı bile, en azından benim gözlediğim kadarıyla, Türk toplumunun niçin olgunlaşamadığını gösteriyor. Sade vatandaştan politikacısına, en fazla, kendi bildiği geçmişi yaşanmış sayıyor ve deneyim olarak ancak kendi bildiğini ölçü alıyor. 

Her kuşak, yüzyıllardır bilineni yeniden keşfediyor. Kuşaktan kuşağa bilgi aktaramayan Türkiye’nin toplumsal düşünce birikimi de yerinde saymayı bırakın, geriliyor. 

Çok az insan, kendisinden önce neler yaşandığını okuyarak, öğrenerek kişisel bilgi alanını genişletmek ve başkalarının deneyiminden yararlanmak peşinde. 

ÇİMENTO ÇÜRÜK OLUNCA...

O kadar çok insan, üstelik okuryazar, kendi bildiğinin dışında bir bilginin varlığını, hatta varlık olasılığını reddediyor ki, bazen bu cehaletten bile öte, kendi bilmediğini yok sayan zihin darlığı karşısında dehşete kapılıyorum. 

Atatürk’ün kurduğu Türkiye’nin çimentosu dil, bayrak birliği ve toprak bütünlüğüydü.

Yirmi yıl önce toplum katmanlarını bir arada tutan bu çimentoyu çıkarıp yerine din koymak üzere iktidara gelen AKP, milli eğitimi mahvetmeyi başardı. Ama bizim memleketin en kesin ve keskin gerçeği çimento hırsızlığı olduğundan, din harcı da ufalandı, çöktü. 

ÇÜRÜME DEMOKRAT PARTİ’YLE BAŞLADI

Laik Türkiye Cumhuriyeti, tüm eksiklerine rağmen sağlam bilim insanları yetiştirir, ilkokullarından bile bugün liselerden, üniversite demeye dil varmayan okullardan daha bilgili, daha olgun insanlar yetişirdi.

Aslında AKP ile MHP oligarşisinin milleti ümmet, çimentoyu din yapacağız diye çıkıp diyanet ticaretine varan yol, Türkiye’yi ABD’nin yörüngesine sokan Demokrat Parti döneminde döşenmeye başladı. 

Türkiye’de din dersleri ilk kez DP hükümeti tarafından 1950 yılında zorunlu hale getirildi. 1965 yılında iktidara gelen AP iktidarı döneminde, tam olarak 1966 yılında Süleyman Demirel hükümeti tarafından, çok doğru bir kararla ve sessiz sedasız zorunlu olmaktan çıkarıldı. 1981 yılından öteye Kenan Evren ve şürekâsı, yani askeri cunta tarafından yeniden zorunlu kılındı. 

O gün bugündür tepetaklak gidiyoruz. 

MÜNAFIK VE MÜŞRİKLER  

Siyasal İslamcılar da o çok övündükleri geçmişteki İslam uygarlığını, örneğin Endülüs Emevileri’ni “Dinden çıktılar” diye yıkanların bağnaz Müslüman Murabıtlar ve Muvahhidler olduğunu ya bilmez ya da hiç dillendirmezler. 

Ülkeyi nasıl soyduklarına bakarsak, siyasal İslamcı bazı muktedirlerin de vatan haini oldukları kesindir.

Sonuç olarak Türkiye, kendisiyle başlayıp biten allamelerle dolu. Yok olan yeterli sayılınca, Araf da olgunluk kazandırmıyor topluma. 

Cahillerin betonu din çimentosuyla karıldıkça çatlıyor. Üstelik deprem bile gerekmiyor. 

Kendi kendine yıkılıyor.


ELLER TETİKTE DİYALOG

Mikado, sen bu oyunu tersinden

oynuyorsun. Çöpleri öyle deği

böyle koyacaksın, dümdüz değil

haraşo dizeceksin, oynatırken

pür dikkat, kaldırırken tık,

oyunun asıl yuvası şu yandaki

duvara döşenmiş taş ayna -

Mikado diyorum, o da kim diyor.

ENİS BATUR *


* Yanık Divan, Dramatik Şiirler/Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları