Merhaba eylül

03 Eylül 2023 Pazar

Eylül geldi. Yaz bitti. Günler kısalacak. Yazın o yumuşak esintilerini, tınılarını, kokularını gönlümüze taşıyan pencereler bir bir kapanacak.

Denizden gelen yelle uyumak, dalgaların sesiyle uyanmak masal olacak... 

Anladınız. Ben bir eylül “fan”ı değilim. Yazın ince tiril giysilerine, özgürlüğüne, saatlerin sınırlarını esneten günlerinin uzunluğuna, güneşinin parlaklığına, zakkumlar ve begonvillerin vurucu pembelerine, turuncularına, allarına, morlarına aşığım. 

Sonbaharın o genel geçer yüceltilen kahverengi ton paletine tutkun değilim. 

Işığın rengi kırılmaya ve filtrelenmiş sarıya dönmeye başladı mı, içim buruluyor. Ağustos ortasında henüz daha leylekler üzerimden göç yoluna koyulduğunda, sonbahar yasım başlıyor.   

Konuyu “Kanlıca’nın ihtiyarları”na bağlamadan en iyisi burada bırakayım… 

Bir yaraya dönüşen derin seçim kabusu ile travması yüzünden bu yıl ayırdına varamadığım son yazın kalanlarından söz edelim… 

KARAMUSTAFA ŞENLİĞİ

Haziran’ın “ilk yaz” coşkusunu İtalya’da Adriyatik kıyısındaki Pescara kentinin Loreto Aprutino isimli sakin kırsalında, alabildiğine sıra dışı bir açık hava müzesinde yaşadım. 

Bu yıl geciken yakıcı ilk sıcaklarla gelen mükemmel bir yaz başlangıcıydı. 

Sabah otobüslerle Roma’dan çıktık. Üç saat mesafedeki, klasik bir eski İtalya dünyası olan “Loreto”ya vardığımızda şimdiye değin benzerine rastlamadığım bir açık hava galerisi/müzesi ile karşılaştım. 

“No Man’s Land/Sahipsiz Topraklar” adlı bir vakıf tarafından kurulan müzeye, Türkiye’nin medarıiftiharı sanatçılarından Gülsün Karamustafa’nın son yerleştirmelerinden biri eklenecekti. 

Otobüs dolusu gazeteci bu amaçla Loreto Aprutino’ya davet edilmiştik. 

Karamustafa’nın orman içine konan yerleştirmesinin özel tanıtımına, ağaçlar altında adeta filmlerden çıkma bir piknik, müzik ve şiir şenliği eşlik ediyordu. 

İtalya’da “yoksul sanatı” olarak bilinen “arte povera”ya henüz daha 60’larda kucak açan avangart galerici Mario Pieroni, altı yıllık geçmişi bulunan bu açık hava müzesiyle gene yeni bir akıma önayak oluyor ve Karamustafa’nın, çeşitli uluslararası sanatçıların yer aldığı ortama katılan eseri için sırf onun adına bir şenlik düzenliyordu.

Pieroni’nin “sanatın demokratikleştirilmesi” idealiyle aileden kalma topraklarında kurduğu müzeye, Karamustafa The Long Thin Thread/Uzun İnce İplik adlı eseriyle katılmaktaydı. 

Devrilmiş ve üst üste yığılmış, bir daha geri dönmemecesine çıkıp giderken telaşla çekmeceleri açık bırakılmış ayaklı, üç antika Singer dikiş makinesinden oluşan yapıt, göçe yekten kadın üzerinden yaklaşıyordu. Ve Türkiye’den Avrupa’ya göçün ilk yıllarında özellikle tekstil fabrikalarında çalışmaya giden kadınların dağılan, parçalanan dünyalarına gönderme yapıyordu. 

KEMANA TÜNEYEN FİL

Yaz başını ancak bir yaz ortamında yaşanacak bu sıcacık sergiyle kutladım. 

Yaz sonunu ise, Verbier Festivali’nin 30. yıl gala konserine eşlik eden eşsiz bir gösteriyle getirdim… 

Heyhat Verbier’e gitmedim. 

Verbier’i ayağıma; yaratıcı, festival için ilham verici ve son derecede etkileyici görsel bir şölen hazırlayan Sandra Albükrek getirdi. 

Yaza veda ederken… Büyükada Anadolu Klübü’nde özel gösterimle sunulan Verbier Festivali’nin “Gala Konseri”nden unutulmaz bir kesit izledik.

Albükrek, Saint-Saens’ın Hayvanlar Karnavalı için, festival orkestrasının bulunduğu 16 metre uzunluğundaki sahnenin arka planını boydan boya kaplayan göz kamaştırıcı bir hayvanlar geçidi animasyonu hazırlamıştı. 

Arslanlar, kuğular, kuşlar, inekler, geyikler, kurtlar, kaplumbağalar… 

Bunu, öyle düzayak bir resmi geçit olarak düşünmeyin. 

Kurt uluduğunda örneğin, başını kaldırıp aya bakıyor. 

Ay, kaplumbağaya dönüşüyor. 

Ve kaplumbağa sonra sırtına yarım ayı alıp… gidiyor. 

Kaplumbağaların üzerinde nakış gibi işlenmiş semboller görüyoruz: Saint-Saens’ın Fransız kan kan müziğinden esinlendiği bölümde misal, kaplumbağaların heybesinde Moulin Rouge ve Josephine Baker’in silueti seçiliyor. 

Müzikle bu kerte iç içe geçen bir ustalık ile detaycı bir mükemmeliyet söz konusu. 

Sandra Albükrek çocuk saflığından ödün vermeyen düş dünyasından çıkan zenginlikleri, bir profesyonelin müzik, ayrıntı ve metafor hâkimiyeti ile taçlandırıyor. Müzik duyarlılığını, ressamın geniş renk yelpazesi ve hayal gücü ile yan yana getiriyor. 

Havada uçuşan kemana tünemiş bir fil düşünün… 

Çiçekler üzerinde hoplayan kangurular, keçiler…

Dağlar, bulutlar, balıklar, mercanlar, yıldızlar, ağaçlar üzerinde kuş yuvaları, baykuşlar, saatler, saatleri yıkıp geçen yırtıcı bir Pegasus; minik salyangozlar, hülyalı bir yelkenli, yusufçuklar, kuğular ve bir mağaranın ağzından yaşamı gözetleyen koskoca gizemli bir mavi göz. 

Yaza, bundan büyük selam olur mu? 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024
Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları