Yeni Türkiye’nin yeni yılı

07 Ocak 2024 Pazar

“Eskiden yılbaşı gecesi yeni bir kitabın ilk sayfalarını çevirmek gibiydi” diyor aldığım bir sosyal medya mesajı: “Şimdi ise daha çok bir gerilim dizisinin yeni sezonuna başlamak gibi!”

Tam böyle. 

Futbol sahaları dahi korku filmine dönüştü. Hakemler istifa ediyor, maçlar oynanamıyor. Futbolun bile tadı kaçtı. 

Tadı kaçmayan bir şey var mı diye düşünüyorum? Bulamıyorum. 

Maçları geçtim, izlenecek TV programı kalmadı. 

Kalanların üstesinden de hemen RTÜK geliyor. 

Kafa boşaltmak, stres atmak, gevşemek için izlediğim bir MasterChef vardı. Onun da sunucu şefler ve yapımcılar suyunu çıkarttı. 

Program, üçlü şeflerin kendi restoranları başta olmak üzere, Migros ve Yemek Sepeti’nin sonu gelmeyen bir reklam spotuna dönüştü. 

Şeflerin reklamlarının bittiği yerde, yarışmacılara tutuşturulan meşrubat ve temizlik malzemeleriyle reklam yağmurları devam etti. 

Ödül adı altında yarışmacılara verilen arsalar dahi bir yemek programı ile hiç bağdaşmayan gayrimenkul reklamlarına konu oldu ve nevi şahsına münhasır bir büyük “MasterChef”ticareti doğdu. Bitmedi… 

YERLİ VE MİLLİ MASTERCHEF

Küresel marka “MasterChef”in, artan dozlarda “yerli ve milli”leşerek şovenleşmesi, geçen sezonlardan farklı bir misyona dönüştü.   

Gelsin ağırlıklı köfte, dolma, kazandibi, pide, börek yüklü esnaf restoranı menüleri…

Bolulu Mehmet Şef’in “içinden yağ akmalı” diyerek ekran önünde vıcık vıcık elle sıktığı lahmacunlar, soğandan hiç hoşlanmayan İtalyan Şef’in ağzına soğan cücüğü sokmalar, logolu MasterChef tezgahlarını kaldırıp… ayakkabılarını çıkarmış çoraplı yarışmacılara yerde çiğ köfte yoğurtturmalar… 

Türk mutfağı’ndan yalnızca bunları mı anlayacağız? 

Dünyanın çok ülkesinde yayınlanan MasterChef’in, sıradan yarışma programlarından farkı, bir gusto geliştirmek oluyor. Yayımlandığı ülkelerde program mutfak kültürüne sunumlar, tabaklama, estetik, zerafet gibi öğelerle katkı yapıyor. 

Hal böyleyken yarışmayı ergen çocukların yatakhane eğlencesine dönüştürmek, “sous vide” pişirme tekniklerinden dem vurulurken tadım tabaklarına açlıktan çıkmışçasına dalmak nedir? 

Bu akşam son bölümü yayınlanacak 2023 sezonunun tek olumlu yanı -reyting kaybettiren bu defolara rağmen- “yeni Türkiye sentezi” –türbanlı, takma kirpikli- kadın yarışmacı Esra’nın finale kalması oldu. 

2019’dan bu yana ilk kez bir kadın yarışmacının finale ulaşması umarım MasterChef’in o boğucu erkek egemen atmosferinin kırılmasına katkı sağlar ve önümüzdeki sezon jüri şeflerinden birinin olsun, bir kadın şefle değiştirilmesine vesile yaratır.   

BÜYÜ BOZULDUĞUNDA

“Yeni Türkiye” izlerini sadece MasterChef’te değil, dizilerde de görüyoruz.

Kızılcık Şerbeti ile başlayan, Ömer’le süren furyaya son aşamada Kızıl Goncalar eklendi.

Giderek pembe diziye bağlayan Ömer ve Kızılcık Şerbeti’nin aksine, Kızıl Goncalar gündeme çok sert bir giriş yaptı. 

Gerçekçi yaşam kesiti tasvirlerinden ana akımda herkes o denli uzaklaşmış ki, “tarikat” betimlemesi derhal antenleri biledi. 

Sekülerler, ilk bölümün ardından dervişçe bir kabul ve tevekkülle “Bu diziyi  yaşatmazlar!” yargısı kestiler. 

Tarikatlar hiç şaşırtmadı, hemen devreye girdi. Dizinin önce çekim mekanlarının anlaşmaları iptal edildi. Ardından RTÜK “manevi değerleri aşağılama” ve “halkı kutuplaştırma” kontenjanından cezalar yağdırdı. 

Sosyal medyada çok sayıda kullanıcı; “Cümlesi 28 Şubat’çı gösterilen sekülerler asıl şikayetçi olmalı. Tarikatlara burada hiç bir yerme yok ki!” dedilerse de mevzu başka. 

Tarikat yaşamını ana akımda böyle sergilemek ve gözler önüne sermek belli ki “tabu”.

Kutisiyet atfettiği kesimin dizide temsilini izleyen tarikat müritleri-İhsan Eliaçık’ın anlatımına başvuracak olursak-şok şok şok kendilerini “tuhaf” biçimde sıradanlaşmış ve dünyevileşmiş hissediyorlarmış.  

Weber’in ifadesiyle yani “disenchantment/ait oldukları dünyanın büyüsünün bozulması”nı yaşıyor ve buna tepki duyuyorlar.

Weber malum 20. yüzyıl başı toplumlarının modernleşmesi ile iştigal eden bir sosyolog. Biz 21. yüzyıl ilk çeyreğini neredeyse arkada bıraktık. Hala tarikatların tasviri yasak dünyalarıyla uğraşıyoruz. 

“Hava kuş için ne ise, zamanın da düşünce için öyle olduğunu, nasıl ki kuş ilerlemek için iki kanat vuruşu arasında havadan destek alırsa, insanın da iki düşünce arasında düşmemek için zamana dayandığını biliyorum” diyor tam şu sırada okuduğum Kitap Yiyici’nin yazarı Stephane Malandrin ve ekliyor:

“Havanın gökyüzü olduğunu, zamanın Tarih olduğunu biliyorum; gökyüzünde atmosferin homojen olmadığını biliyorum: Yan yana iki nokta farklı baskılarla karşılaştığında, rüzgar vardır; biliyorum ki artık yer değiştiren sadece kuş değildir, kuşu alıp götüren de, etrafında dönüp dengesini bozan da havanın kendisidir; zaman için de aynı şeyin söz konusu olduğunu biliyorum: Zamanda ilerleyen şey insanın düşüncesi değildir artık, ilerleyen, insanın dengesini bozan ve onu yerinden eden zamandır.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kılıçdaroğlu vakası 14 Nisan 2024
31 Mart’ın bahsi 7 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları