Kıbrıs Tabusu

01 Mayıs 2015 Cuma

Bugün, dünyaya sol siyasetler çerçevesinden bakanlar için, emek mücadelesini sembolleştiren çok önemli bir gün. Dahası, Türkiye’de yaşananlar için fazladan, 1977’de Taksim’de yaşanan acının yıldönümü. Mevcut iktidarın Taksim yasağı üzerine hiçbir şey yazmak istemiyorum, zira otoriter siyaset anlayışının sıradan neticelerinden birisi de bu. Onun yerine, sol siyaset ufkuna sahip olanların, iktidarların tabu kıldığı konuları sorgulamak adına yapması gereken işlerden birini hatırlatmak istiyorum.
Malum, Kuzey Kıbrıs’taki son seçimler ardından iktidara gelen Mustafa Akıncı ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir “yavru vatan” polemiği yaşandı. Bu olayın, Kıbrıs tabusunu sorgulamak açısından iyi bir vesile olduğunu düşünüyorum. Dahası, bu tabuyu sorgulamak açısından ben de, daha önce hiçbir girişimde bulunmamanın eksikliğini hissediyorum. Doğrusu, mevcut iktidar partisinin 2004’te Annan Planı’nı destekleme politikası, Türkiye’nin klasik Kıbrıs politikası açısından büyük bir adımdı, pişmiş aşa su katmanın âlemi yoktu. Malum, bu siyasi adımın karşısına dikilen engel ise o dönem Kıbrıs Rum Kesimi’nden geldi, bu konuda iktidar siyasetini eleştirecek bir husus olamazdı. Doğrusu Rum kesimi, Türkiye’nin Kıbrıs siyasetinin çok gerisinde kalan bir dar görüşlülük sergilemişti.

‘Eski Türkiye’ tavrı
Şimdi durum farklı; zira iktidar partisi Kıbrıs konusunda, Türkiye’nin klasik politika anlayışına geri döndü; “yavru vatan” söylemi böylece bir kez daha şahlanma imkânı buldu. Bu geri dönüşü, sadece Kıbrıs politikası çerçevesi ile sınırlamak son derece yanıltıcı olur, daha önemli olan mevcut iktidarın hemen her konuda sıklıkla “eski Türkiye” diye tanımladığı devlet politikalarına geri dönmüş olması. Bu şartlar altında, Kıbrıs konusunda “eski Türkiye”nin siyasetine dönüş çok şaşırtıcı değil, kısa bir süre önce “derin devlet/Ergenekon yapısının” temel taşlarından birinin Kıbrıs mevzuu olduğunu unutmuş olması da. Bu noktada, “Yeni Türkiye’nin inşası” denilen süreçte nasıl bir Türkiye tasavvuru ile karşılaşacağımızı kavramakta fayda var. Kısaca, “Vesayet rejimi”ni yıkmak adına yola çıkan iktidar partisinin kendi vesayet rejimini kurması sürecini yaşıyoruz; otoriter siyaset anlayışının katmerlisinin “muhafazakâr” kalıp içinde çeliklenmesine tanık oluyoruz.
Diğer taraftan, söz konusu olan Kıbrıs olunca, bu konudaki milliyetçi taassubun iktidar partisi ile sınırlı olmadığını hatırlamakta fayda var. Kıbrıs konusunda ezber bozma işi, bugüne kadar, sol ve demokrat çevrelerde bile çok sınırlı bir alana hapsolmuş vaziyetteydi. Bunun bir nedeni, kuşkusuz “milli menfaat” diye tanımlanan alanın sorgulanması önündeki yasal ve psikolojik engeller. Diğeri ise Türkiye’de sosyal demokrat ve sol çevrelerin milliyetçilik taassubunu aşamamış olması. Nihayetinde, 1974 müdahalesi ardından “Kıbrıs fatihi” olmakla övünen ve/veya övülen iki siyasetçiden biri MSP lideri Necmettin Erbakan, diğeri ise koalisyon ortağı CHP lideri Bülent Ecevit’ti. Sonraları, Ecevit’in yetmişli yıllarda “sosyal demokrat siyasetleri halkla buluşturması”na çokça gönderme yapıldı, ama bu halkla buluşmanın milliyetçilik paydası pek hatırlanmadı.

‘Yavru’ muamelesi
Dahası, bu sorun kuşkusuz siyaset sınıfı ile sınırlı değil, bu ülkede 1974 müdahalesi de, ardından Türkiye’nin neden Kıbrıs’ta yerleştiği de, neden nüfus transferi yapıldığı da, Kıbrıslı Türklerin kırk yıldır dünyadan yalıtılmak şeklinde tezahür eden bir siyasalhukuki limbo’ya mahkûm olmak konusunda ne düşündüğü de hemen hiçbir toplumsalsiyasal çevre tarafından sorgulanmadı. Ne de olsa, Osmanlılar/ Müslümanlar/Türklerin yaptıklarının “fetih”, başkalarının yaptığının emperyalizm, işgal olduğundan hiç kuşku duymadan yetişmiş bir toplumuz ve bunu sorgulamak tam bir tabu.
Tam da bu nedenle, Kıbrıslı Türklerin seçimi ile iktidara gelmiş bir lidere, babasından azar işitmesi normal olan bir “yavru” muamelesi yapılabiliyor. Hem azarlayan sadece Cumhurbaşkanı da değil, eline kalemi alan Türk evladı, “yaptığı düzeltilir…, bu ne rahatlık” vs) diye sopa sallayabiliyor, seçimlerin dış mihrakların oyununun bir parçası olduğunu ileri sürebiliyor. Ne de olsa Kıbrıs’ı fethedenler, Kıbrıslılar için neyin daha iyi olduğuna karar verecek son mercidir diye düşünülüyor. İşte bu zihniyeti tartışmak için, Kıbrıs tabusunu hakkıyla sorgulamayı göze almak gerekiyor, ama o kadar “belalı” bir konu ki, hangimiz bunu göze alabiliriz bilemiyorum.

Not: Kıbrıs konusu ile yeni ilgilenenlere; Niyazi Kızılyürek’in ‘Doğmamış Bir Devletin Tarihi Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ isimli kitabına (İletişim Yayınları) göz atmalarını tavsiye ederim.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Yeni devlet’ 7 Ağustos 2017

Günün Köşe Yazıları