Topluca uykudayız

12 Ağustos 2023 Cumartesi

Üzerinden tam sekiz gün geçti. Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’ın geçen hafta cuma günü Sözcü gazetesinde yer alan mülakatta söyledikleri üzerine siyasi partilerden ve yazarlardan herhangi bir yorum görmedim. Oysa Elekdağ, başta ABD ve Avrupa Birliği (AB) olmak üzere uzun yıllardır “dostumuz” dediğimiz Batı dünyasının Türkiye etrafında ördüğü ağı çok açık bir şekilde anlatıyor ve ülkemizin siyasi iktidarı, muhalefet partileri başta olmak üzere tüm etkin ve yetkin kişileriyle kurumlarının dikkatini çekiyordu.

Dediğim gibi kimse üzerinde durmadı. Çünkü iktidar yöneticileri çok muhtemel olarak hâlâ seçim zaferinin sarhoşluğu içindeler. Ana muhalefet, parti liderliği için sürüp giden post kavgasıyla meşgul.

Kısaca Türkiye’nin geleceğine kimse aldırış etmiyor.

İşin tuhafı, 2009-2014 arasında beş yıl bu ülkenin dışişleri bakanı olan Ahmet Davutoğlu da tek kelime söylemedi.

Konu, gazeteci Uğur Dündar’ın sayın Elekdağ’la yaptığı son konuşmaydı. Elekdağ, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta yapılan NATO ülkeleri zirve toplantısından dönerken uçakta, gazetecilere “Avrupa Birliği üyelik sürecimizin yeniden canlandırılması noktasında olumlu bir kanaat aldım” demesiyle ilgiliydi. 

Elekdağ, Erdoğan’ın “olumlu bir kanaat”i nasıl edindiğini anlayamamış olmalı. Çünkü Elekdağ, Erdoğan’ın “olumlu kanaat”inin aksine, bu konuşmadan tam bir hafta sonra Avrupa Birliği’nin parlamentosu olan Avrupa Parlamentosu (AP) Dış İşleri Komisyonu’nun yayımladığı Türkiye raporunda, üyelik sürecimizin “devam edemeyeceği”nin vurgulandığını söyledi.

Sorun sadece o olsa “Rapor kabul edilir mi, edilmez mi henüz belli değil” diyebilirsiniz. 

Oysa Elekdağ, bu rapor yayımlandıktan tam bir hafta sonra AB ülkeleri dışişleri bakanlarının toplandığını ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in daha ileri giderek adaylık statümüze son verdikten sonra, “Türkiye ile AB arasında güçlü (!?) bir ilişki geliştirmek için karşılıklı çıkarlar olduğunu” söylediğini bildiriyor.

Ancak onun da koşulları var:

Borrel önce “Doğu Akdeniz’de gerilimin kalıcı şekilde azaltılmasını”, bu bağlamda “Kıbrıs sorununun, Birleşmiş Milletler kararları doğrultusunda çözülmesi” gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca Türkiye’nin “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”ni (AİHS) -deyim yerindeyse- “tam olarak uygulamasını” istiyor.

Hadi, diyelim ki AİHS doğruca biz Türk vatandaşlarını ilgilendiriyor. Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını dinlemedik.

Onlara Kasımpaşa usulü “posta koyduk”.

Peki ya ötekiler?

Onlar da bitmedi. Doğu Akdeniz’de “gerilimi kalıcı şekilde düşürdüğümüzü” Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ve Yunanistan’ın onaylaması da gerekecek. 

Hani 27 Kasım 2019 tarihinde Libya ile imzalayınca Doğu Akdeniz’deki haklarımızı güvence altına aldığını iddia ettiğimiz “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması” vardı ya onu ve “Mavi Vatan” iddialarımızı unutacağız.

Gördüğünüz gibi, iyice sarılıyoruz ve geleceğimize güvenle (!) bakmak için her şansa sahibiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Siz söyleyin... 4 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları