Olaylar Ve Görüşler

Atatürk’ün siyasal düşüncesinin zemini - Prof. Dr. Hakan REYHAN

17 Kasım 2023 Cuma

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, iki siyasal idealin peşinde olduğunu söylemek mümkündür: “cumhuriyetçi demokrasi” ve “tam bağımsızlık”. Atatürk’ün siyasal düşüncesinde bu iki kavram birbiriyle bağlantılıdır, hatta birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Atatürk bu iki kavramı, ülkesinin ve kendi hayatının tarihsel koşulları çerçevesinde teorik bir temele oturtmuştur. 

TEMEL UNSUR

Atatürk’ün “cumhuriyetçi demokrasi teorisi”ne göre, en basit açıklamayla ifade edersek demokrasi olmadan cumhuriyet, cumhuriyet olmadan demokrasi tam olarak gerçekleşmiş olamaz. Bu iki tarzı bir araya getirecek olan temel unsur; halkçılık programı ile 1921’de ayrıntılı açıklamasını yaptığı “halk hükümeti” yönetim biçimidir. Bu yönetim biçimi devletin baştan aşağıya hâkimiyeti milliye ve tam bağımsızlık ruhuyla yapılandırılması, halkın somut olarak -çıkarları ve talepleriyle birlikte- yönetim sisteminde yer edinmesi; kamu yönetiminin/devlet idaresinin emperyalizmin ve kapitalizmin sınıfsal çıkarlarına göre değil, halkın istemlerine ve çıkarlarına göre şekillendirilmesi demektir. O yüzden cumhuriyetçi demokrasi, liberal demokrasiden çok daha kapsamlı, bir “tam demokrasi” anlayışını yansıtır ve ancak ülkenin tam bağımsızlığı durumunda gerçekleşebilir. 

Tam bağımsızlık teorisi ise Atatürk’ün anlayışında -Nutuk’ta net biçimde ifade edildiği gibi- siyasi, iktisadi, mali, kültürel, askeri, adli bağımsızlığı ifade eder. Atatürk’ün “bağımsızlık ekosistemi” diyebileceğimiz bu teorisine göre bunlardan biri bile eksik olsa o ülke bağımsız sayılamaz. Atatürk, yaşamı boyunca ulus esenliğinin, çağdaş ve özgür bir hayatın ancak bu iki temel amaca ulaşıldığında gerçekleşeceğini düşünmüştür. Ayrıca bu amaçların gerçekleşmesiyle “hayat” arasında bağlantı kurmuştur. Atatürk’ün “ya istiklal ya ölüm!” sözü bu anlamda son derece anlamlıdır. Yani ona göre bağımsızlık, “var olmak”la, “hayatta kalmak”la bağlantılıdır. 

ULU ÖNDERİN ÖZGÜNLÜĞÜ

Atatürk’ün bağımsızlık kavramı ile “hayat”, “insan varlığı” arasında kurduğu bağlantı siyaset ve ahlak felsefesi açısından ayrıca incelenmesi gereken bir özgünlük taşımaktadır. Üstelik Atatürk, bu felsefesini bizzat yaşayarak, deneyimleyerek, gözlemleyerek kendi tarihsel serüveni içerisinde ülkesiyle, ulusuyla bağlantı kurarak sonuca vardırmıştır. Daha da özgün olan ise Atatürk’ün bağımsızlık konusunda kendi karakteriyle ulusunun karakteri arasında kurduğu ontolojik (varlıkbilimsel) ilişkidir. Atatürk’ün şu sözleri de anlamlıdır: “Hürriyet ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük atalarımın en değerli miraslarından olan bağımsızlık aşkı ile yaratılmış bir adamım. Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi hayatımın her safhasını yakından bilenlerce bu aşkım bellidir... Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir...”

Görüldüğü gibi, Atatürk’e göre; bağımsızlıktan yoksunluk, sadece ulus olarak, cemiyet olarak değil; insan olarak, birey olarak da ölüm demektir. Atatürk’ün bu düşünceleri insan hakları teorisinde tartışılacak düzeyde önemlidir. Çünkü Atatürk, “bağımsızlık” ilkesini adeta birinci kuşak haklar içerisinde değerlendirmiştir. Klasik insan hakları teorisinin temeli olan “habeas corpus” (mealen vücut dokunulmazlığı)  ilkesi ve “yaşam hakkı” ile tam bağımsızlık, ulusal bağımsızlık arasında bağlantı kurmuştur. Bu anlayışın doğal sonucu ise dünyada hiçbir ülkenin, milletin esaret altında tutulamayacağı, hatta manda ve himaye altında olmanın yaşam hakkına tecavüz anlamına geleceğidir. 

Atatürk tam bağımsızlık ile birlikte hürriyet kavramını da kullanmaktadır ki bu hürriyet sadece ülkenin, ulusun hürriyetini, özgürlüğünü değil, tek başına, birey olarak insanın da hürriyetini, özgürlüğünü ifade etmektedir. Atatürk’e göre birey de ancak tam bağımsız olan bir ülkede gerçek anlamda bireysel özgürlüğü yaşayabilir. Bu özgürlüğü sağlayacak olan da liberal demokrasiden çok daha geniş bir anlamı ifade eden cumhuriyetçi demokrasi rejimidir. 

MAZLUMLARIN SÖZCÜLÜĞÜ

Atatürk, -her ne kadar dönemin kısıtlayıcı koşulları çerçevesinde tam olarak uygulamaya geçirilemese de- bu düşünceleri yaşamı boyunca sonuna kadar savunmuş, sadece kendi ulusunun değil, dünyadaki bütün mazlumların bu açıdan sözcülüğünü yapmıştır. Ayrıca şunu da eklemek gerekir ki Atatürk’ün düşüncesinde bağımsızlık, “tam bağımsızlık” olarak; demokrasi de “cumhuriyetçi demokrasi” (tam demokrasi) olarak benimsenmediği ve yaşatılmadığı sürece sürdürülemez.

PROF. DR. HAKAN REYHAN

HİTİT ÜNİVERSİTESİ SİYASET BİLİMİ VE KAMU YÖNETİMİ BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları