Olaylar Ve Görüşler

Gençliğin Türk siyasetindeki yeri ve etkileri

17 Ağustos 2019 Cumartesi

AKP döneminde zoraki kentlileşmenin oluşturduğu genç kuşaklar, dinsel kültür ve yaşam biçiminde bir toplum oluşturma programının hem nesnesi hem de öznesi oldular.

Türkiye Batı dünyasında en yüksek nüfus artış oranlarına sahip bir ülkedir. 1985’te üniversite sınavlarına girenlerin sayısı 400 bin civarındayken, bugün bu rakam 2.5 milyonu bulmaktadır. Keza o dönemde AÖF dahil 140 bin kontenjan varken, bugün 290 bin önlisans, 400 bin kadar lisans ve AÖF’ler dahil 1 milyona yakın kontenjan açılmaktadır. İlköğretim ve ortaöğretim okullaşma oranı çok artmıştır. Temel eğitimde ve yükseköğrenimde özel sektörün ve vakıfların payı artmıştır. Bu genç nüfus, iyi bir eğitim sağlanırsa ülkemiz için büyük avantajdır.
Ülkemizde gençliğin durumuna baktğımızda özellikle Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1923 ile 1950 arasındaki gençlik Atatürk devrimleri doğrultusunda çağdaş ve yenilikçi bir akım oluşturdu. Bu dönemde ülkenin yenilikçi anlayışla ilerlemesinde gençliğin büyük önemi vardı. 1950’den hemen sonra demokrasinin gelişmesi ve ilerlemesi yönünde tavır alan gençlik, 1960 yılında gerici hükümet yönetimi anlayışı tarafından bastırılarak 27 Mayıs darbesiyle önleri kesildi. Bundan sonraki yıllarda modernleşme, çağdaş ve devrimci bir gençliğin Türkiye’de ilerlemeyeceği sinyali bu darbe ile verilmişti. Ülkenin çağdaşlaşma, barış ve özgürlük yolundaki hareketin gençlik ile yol alacağını anlayan gerici zihniyet bir taraftan daha o tarihlerde 1980 darbesinin hazırlıklarına başlamıştı. Bu darbe, çağdaş ilerici Türk gençliğinin sonraki dönemler açısından önünü kesen en önemli hareket oldu. Gençliğin şiddete yönelmesi, 1990’larda da sürdü. Ankara ve Istanbul’da cinayetler, gençlik çeteleri arasındaki çatışmalar yaygınlık gösterdi. 1990’ların gençliğini şiddete iten etmenler, sosyo-politik güvensizlik, ekonomik dengesizlik ve kültürel çatışmalardı. 1990’lı yılların Türk gençliğinin en önemli özelliği ise küreselleşme (globalleşme) isteğinde oluşudur. Darbe sonrası YÖK başlı başına adeta bir tür “üniversite polisi” biçiminde örgütlenen bir yapı olarak kuruldu, anayasal yetkilerle donatıldı. Milli Eğitim Talim ve Terbiye Kurulu denen yapı eğitim- öğrenim faaliyetlerinin geneline egemen olmaya devam etti. Mustafa Kemal’in fikirlerinden uzak ve bir “idolleştirme” başlatıldı. Bunlarla beraber on binlerce aydın ve solcu gençler hapishanelere atılarak oralarda işkence görüyorlardı. Pek çok sanatçı ve aydın da ülkeyi terk etmişti.

Arabesk siyaset
Darbe sonrası Özal hükümeti ile sivil idareye geçilerek “arabesk siyaset” dönemi başladı. Biraz tahsilli olanlarda da “Amerikan özentisi” had safhadaydı. Onlar Özal’ın Amerika’lardan getirdiği genç yüksek bürokratlar olan prensleri örnek alıyorlardı. Bu saltanatın çöküşü çok uzun sürmedi. 1989 mahalli idare seçimlerindeki 21.75’lik bozgun ile zirve yaptı. Seçmen tabanı olarak hem yaşlıları hem de gençleri aynı anda kaybetmişti. Gençliğin siyasetteki önemi bu seçimlerde daha net anlaşıldı. Lakin on yıla yakın süren baskılama ve depolitizasyonun sonucunda siyasal bilinçten ve kültürden yoksun, okumayan bir kuşak ortaya çıkmıştı. Özal, esas olarak bu kitlelerden destek aldı. İmam hatip ve başörtüsü meseleleri işte böylesi bir siyasal çöküş döneminde Özal ve arkadaşlarının el attğı konulardı. Komünizm ile mücadele adına 1960’ların sonundan beri din eğitimi önemli bir enstrüman olmuştu. Böylesi ucuz tartışmalar, argümanlar ve saptırmalarla oy toplamak öteki sağ siyasetçilerin de hoşuna gitti ve onlar da bu konuların takipçisi oldular. Türkiye ve onun gençliği, yıllarca esas meselelerini konuşamadan din ve laiklik eksenli tartışmalara sürüklendi.

Enstitülerin mirası
İmam hatip okulları da Köy Enstitüleri de Atatürk döneminde somut ve pratik gayelerle kurulmuşlardı. Köy Enstitüleri bazı sağ ve liboş çevrelerce “köylüyü köyde tutma projesi” olarak eleştirilseler de gerçek durum bundan farklı idi. Osmanlı’dan gelen bir miras olarak yüzde 80’i kırsal kesimde olan ve temel eğitimi bile alamamış toplumda kültürel ve ekonomik kalkınmanın köylerden başlatılması kaçınılmazdı. Atatürk ve İnönü dönemlerinde Köy Enstitüleri ile amaçlanan bu idi. Meslek dalları bu kırsal kesimlerde yerinde uygulayarak ve üreterek öğrenme, kültürü asırların feodal ve dinsel baskılarından arındırarak geliştirme amaçlanıyordu. Ve bunu da bizzat eğitilip donatılarak idealist öğretmenler olarak yetiştirilen köylü çocukları yapacaktı. Anadolu köylüsünün tutucu kesimleri “çocukları yoldan çıkaracak kâfir okulları” oldukları gerekçesi ile evladını buralara göndermekten çekindi. Hâlâ bu ülkede özgürlükçü, çağdaş bir anlayış mücadelesi var ise o dönemim aydınlarının ciddi katkısı vardır.
1950’deki iktidar değişiminden sonra gelen DP’nin önemli hedefi Köy Enstitüleri oldu. Bu kurumlar “CHP’nin gençlik içindeki karakolları” olarak adlandırılarak kapatıldı. Buralardan mezun olanlar ise sağ hükümetlerce hep dışlandılar. Köy Enstitüleri ile amaçlanan Anadolu köylüsünü “modernleşme” metoduyla “kentlileştirmek” iken, bu kurumlardan sonra olan şey gecekondulaşma ve düzensiz göç ile kentlerin yozlaşması oldu. Bu yeni tip kentleşmelerde arabesk kültürü yükseldi. Köyden kente ciddi göçler başladı.

Hem özne hem nesne
AKP döneminde zoraki kentlileşmenin oluşturduğu genç kuşaklar, dinsel kültür ve yaşam biçiminde bir toplum oluşturma programının hem nesnesi hem de öznesi oldular. “Dindar gençliğin” kalıcı ve sağlam oy deposu olacağı varsayımı önceki dönemlerde doğrulanmıştı. Erdoğan ve ekibi bu yolda ilerlerken FETÖ yapılanmasına da taviz üstüne taviz verdiler. Bu tehlikeli örgütlenmeyi teşvik bile ettiler. Siyasal ve ekonomik ayrımcılık neredeyse resmi politika yapıldı. Kamu ve özel sektöre girişlerin temel referansları dinsel öğelerle kurgulanmaya başlandı. Günümüz Türk gençliği özellikle son seçimde kendisine sunulanların adeta bir “lütuf ve ihsan” olarak gösterilmesindeki aldatıcılğı görmüştür. Neticede artan konformizm ile köylülük köylerde dahi aşılmakta, yeni nesiller bu ilkel, bazı yerlerde feodal, gerici, cahil ve baskıcı kültürü reddetmekte, doğal biçimde modernleşerek laikleşmektedirler. Elbette ki bunun siyasal neticeleri olacaktır. Bunu iyi değerlendiren ve buna göre siyaset üreten partiler, gençliğin hızını yakalayarak iktidara ulaşabileceklerdir.

Yaşar Sert



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları