Olaylar Ve Görüşler

Hiçbir harf yok ki!

27 Temmuz 2019 Cumartesi

Liyakat derken karşınızda “L”nin bile olmadığı bir kelime...
Başı yok... Sonu nasıl tamamlansın? Temeli olmayan bina gibi... Gösterişi veya cilası çok, ama içine bakıyorsunuz kumdan...
Kof!
Bilgi sahibi olmadığımız zaman yapılacak en doğru davranış, sessiz kalmak aslında.
Bilgisayarlardaki gibi “dinlenme” moduna geçmemiz...
Nitekim faydalıdır. Misal:
Komik duruma düşmenizi engeller. Ancak “sessiz mod” için bile “bilgi sahibi olmadığınızı” bilmeniz gerekir.
Herkes her konuda bilgi sahibi olamaz. Aksi, kendini kandırmak, dolduruşa gelmek; Kaf Dağı’nın tepesine çıkmak veya kılavuz olarak kargayı seçmektir. Bilgi sahibi olmadan ve bilgiye ulaşmak, bilgiyi farklı kanallarla temin ederek analiz ve sentez yapmak yerine kulağınızı birilerine verdiğiniz zaman ise ortaya evlere şenlik görüntüler çıkar. İstediğiniz yöne eğilebilirsiniz, istediğiniz yöne doğru eğiltilebilirsiniz. Siyasetteki en kötü şey, kulaktan dolma bodoslama gitmektir. Türkiye gibi siyasetin çamura endeksli yürütüldüğü ve bilgi ile liyakatin önemsenmediği toplumlara; o zamanın şartlarında söylemiş olsa da bugüne de yol gösterme, uyarma ve ders olma amacıyla mı söylemiştir İbni Haldun bilinmez ama bakınız yüzyıllar öncesinden ne demiş, bir toplumun çöküş belirtilerini sıralarken:
“Dayanışmanın yok olması, üretimin zayıflaması, tüketim çılgınlığı, vergilerin artışı, liyakatsizlik olması, adaletsizlik, umutların kırılması, göçün hızlanması, iblisane gurur ve kibir, gösteriş, riyakârlık ve yalakalık.” Ne de fazla madde uyuyor bize? Dayanışma duygularımız azaldı, üretim hak getire, tüketim tavan, sağımız solumuzönümüz arkamız vergi, liyakatsizliğe primi anlatmaya gerek yok, yargıya güven diplerde, umutlar uçup gitmiş, gurur ve kibir fırlamış, gösteriş her daim, riyakârlık ve yalakalık siyasetin olmazsa olmazı.
İbn-i Haldun ta o zamanlar, toplumlar için bu tespitleri yapmış yapmasına da...
O günden bugüne değişen bir şey yok demek ki. Zira tüm bunların temelinde dönüp dolaşıp geleceğiniz yer aslına bakarsanız üç maddede... “Liyakatsizlik, riyakârlık, yalakalık.” Liyakatsiz kadrolar iş başına geldi mi, yani işi bilmeyene makam verildi mi, orada hiçbir işin düzgün ilerlemeyeceği kuşkusuzdur. Bunun üzerine, çıkara endeksli riya ve yalan ile yalakalık faktörünü de eklediniz mi... Adam kaydıran kaydırana, çamur atan atana...
Her devrin adamı olup yanar döner ve fırıldak gibi bilgisizliğini kamufle ederek koltuğunu bir şekilde muhafaza etmeyi beceren öyle hünerli(!) kişilik(!)ler var ki. Türkiye’nin temel problemlerindendir bu; gerek bürokraside gerek siyasette “gelen ağam, giden paşam”cılara prim verilmesidir..
Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar misali, koltuğunu korumak istiyorsan demek ki doğru söylemeyeceksin.
Hukuk ve kuraldan bahsetmeyeceksin. Olumsuzlukları ve olasılıkları anlatmayacaksın.
En büyük hatamız, işimize gelene veya içimizden geçeni söyleyene inanmak olduğu için yanlış kişilerin peşinde sürüklenmemiz. Kulağımızı sadece bir kişiye uzatmamız; sahaya inmememiz, olup bitene bakmamamız, gerçeği araştırmamız.
Kolaycılıktır bu aslında. Ama büyük hatadır. Liyakati siler. İnsanı kör eder.

Bakınız çevrenize
İbn-i Haldun; bir toplumun çöküşünün sebepleri olarak bizim hep yaşadığımız ve veryansın ettiğimiz acı gerçekleri o zaman dökmüş Mukaddime isimli eserine.
Riyakârlık ve yalanla soslanan bir liyakatsizlik ortamında...
Ne mümkün ki aydınlığa çıkmak, doğruları görmek, işi bilenin yanında durmak?
Uğur Mumcu boşuna dememiş:
“Haklıdan değil de güçlüden yana olanlar, korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe döner, sonunda fırıldak olurlar” diye.
Fırıldakların ve kaypakların “liyakatli” sanıldıkları bir toplumda, bir şeyleri düzeltebilmenin zerre kadar ihtimali var mıdır?

ALP KAAN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları