Olaylar Ve Görüşler

Koruma, Yakın Koruma, Sakın Koruma!

30 Kasım 2014 Pazar

Rant uğruna doludizgin giden yoğun ve yüksek yapılaşma kentlerimizin bütün dengelerini bozuyor. Çevre, kültür, mimarlık değerlerini korumuyoruz; kentlerin ölçeğini, kimliğini, dokusunu, siluetini, yeşilini yok ediyoruz. Halkla, hatta uzmanlarla paylaşılmıyor, halkın görüşü umursanmıyor.

“Koruma” denince akıllarına bizim bildiğimiz kavram gelmiyor. Ya “yakın koruma” ya da sözcüğün olumsuz anlamıyla “sakın koruma!” geliyor. Bu ikincisi çevre, doğa, kültür, sanat değerlerine karşı... O nedenle de zaten onları korumuyorlar. Son zamanlarda yoğunlaşarak artan girişimler bunu gösteriyor. Başta Cumhuriyet dönemi eserleri olmak üzere tarihsel, kültürel, mimari değerler acımasızca yok ediliyor. Doğal değerler de öyle...
Saldırı çoğu kez rant hedefli. Bu amaçla koruma kurulu kararları kaldırılıyor ya da çiğneniyor. Çevresel etki değerlendirme (ÇED) raporları hasır altı ediliyor ya da belli durumlarda özel kararlarla gereksiz kılınıyor.
Planlama tümüyle göz ardı edilmiş durumda... Ülke çapında bir ekonomik planlama olmadığı gibi fiziksel planlama da yok... Bölge planlaması, kentsel planlama, kentsel tasarım da yok. Kentlerdeki uygulamalar çoğu kez parsel bazında, kişiye özel imar izinleriyle sürdürülüyor. Sürprizli sonuçlar ortaya çıkınca da yetkililerden, “silueti bozdu!” türünden yakınmalar dinliyoruz.

Taksim Gezisi gündemde
Yazdıklarımızı, kimi örneklerle somutlaştıralım. En çarpıcı örnek Taksim Gezisi’dir. Yaşanan bunca olaydan sonra, rant amaçlı işlevlerle donatılmış sözde Taksim Topçu Kışlası toplumun sabır sınırları zorlanarak yeniden gündeme taşınıyor. Son günlerin başka bir çarpıcı örneği, Ankara Atatürk Orman Çiftliği’nde görüldü. Çiftlik Atatürk’ün ulusa bıraktığı mirastı. Ankara’nın merkezinde vaha gibi bir yeşil alan... Doğal sit olarak tescilli alanda bir süre önce büyük bir yapılaşma başladı. Başbakanlık inşaatı yapılıyordu. Bazı meslek odalarının itirazları üzerine durdurma doğrultusunda alınan yargı kararlarına karşın yapım inatla sürdürüldü. Tartışmalı yapı, Ak Saray, Kaç-Ak Saray, Başkanlık Sarayı türünden adlandırmalarla kullanıma açıldı. Başkent, plan ve hukuk dışı bir oldubittiyle en önemli yeşil alanını böylece yitirmiş oldu.
İstanbul’un akciğerleri konumundaki Kuzey Ormanları, 3. köprü, 3. havalimanı ve “Çılgın Proje” olarak anılan bilim dışı kanal projesinin ve onların getireceği yoğun yerleşmelerin tehdidi altında. Yenikapı’ya bir ur gibi eklenen miting alanı Tarihi Yarımada’nın binlerce yıllık morfolojisini bozdu. Yapımı süren Avrasya Tüneli’nin otoyolu da yarımadayı mahvedecek.

Yeşil alanlar tüketiliyor
Şehrin zaten iyice azalmış olan yeşil alanları garip kararlarla tüketiliyor. Örnekler çok... İşte, son günlerde her akşam polis gücüyle sindirilen Üsküdar Validebağ direnişi. Danıştay kararına rağmen koruya bitişik 100 dönümlük tarihi yeşil alan, cami yapma bahanesiyle yapılaşmaya açılmak isteniyor.
İşte, Kuzguncuk’taki Hüseyin Avni Paşa Korusu... Ayrıcalıklı bir müteahhide satıldı. Koruyu alan kişinin oraya “10 tane ev yapacağı” basından öğrenildi (1) ve korunun içindeki tarihi ahşap köşk bir gün ansızın yanıverdi; yangının çıkış nedeni bir türlü anlaşılamadı. “Koru” ve “korumak” sözcükleri aynı kökten gelir ama korularımız da korumasız.
Kandilli’deki Sevda Tepesi’nin sahibine ayrıcalıklı bir vakfa yaptığı bağış karşılığında imar izni verileceği yine basının gündemine geldi (2). Aslında orası için de, doğal sit statüsü nedeniyle bağlayıcı yargı kararları var.
İstanbul’un yakın çevresindeki tarım alanları, yeşil alanlar ve ormanlar parça parça yapılaşmaya açılıyor. Maslak’ta “Tabiat Parkı” statüsündeki 1.5 milyon m²’lik Park Orman’da arena, villalar, restoranlar yapılması girişimi var. Yine, UNESCO’nun “Dünya Mirası” statüsündeki Yedikule Bostanları da yapılaşmaya açılıyor.
Yeşil kıyımı, İstanbul ve Ankara’yla sınırlı değil. Yırca’da 6000 zeytin ağacı termik santrala yer açmak uğruna bir gecede yok ediliverdi. Yalova Ağaç Müzesi parsel parsel satıldı. Ataköy sahilleri yoğun yapılaşmayla yağmaya açıldı. Torba “acele kamulaştırma” kararıyla önü açılan kimi hidroelektrik santrallar (HES) ve RES’ler de Anadolu’nun çevresel bir derdi.
Mecidiyeköy’deki “spor alanı-yeşil alan” statüsündeki eski Ali Sami Yen Stadı arsası ayrıcalıklı imar izniyle yoğun ve yüksek yapılaşmaya açıldı. Hemen bitişiğindeki arsada yer alan Erken Cumhuriyet döneminin önemli mimarlık yapıtlarından “Tekel Likör Fabrikası” koruma kuralları zorlanarak yıkılıverdi. Zincirlikuyu’daki eski Karayolları arazisinin özelleştirme sonrası yoğun yapılaşmayla geldiği durum ise göz tırmalıyor.
Yine benzer şekilde, Ankara’daki 70 yıllık Saraçoğlu Mahallesi’nin 37 dönümlük alanı hükümet kararıyla satılarak ekonomiye kazandırılacakmış. Alman mimar Prof. Paul Bonatz’ın eseri olan o mahalle de erken Cumhuriyet döneminin mimari örnekleri arasındadır. Yine Ankara’da, Etibank Genel Müdürlüğü ve Su Süzgeci binaları sessiz sedasız yıkılıverdi; Ankara Garı da yıkılmak isteniyor.
İstanbul’da Haydarpaşa Garı’nın ise ne olacağı hâlâ bir bilmece. İstanbul-Ankara yüksek hızlı treni niçin Haydarpaşa’ya gelmez de Pendik’te sonlanır? Hatta neden Haydarpaşa’da Marmaray’la buluşmaz? Sorun acaba Haydarpaşa çevresindeki spekülatif değerlendirmeye elverişli 1 milyon metrekarelik alandan mı kaynaklanır? O alana bir süre önce 7 kuleden oluşan bir yapılaşma önerildiğini hatırlatmakla yetinelim.

Polis karargâhı
Ankara ve İstanbul Atatürk Kültür Merkezleri’nin de yıkılmak istendiğini biliyoruz. İstanbul, Avrupa kültür başkenti seçildiği 2010 yılını en önemli kültür merkezinden yoksun olarak geçirmenin utancını yaşadı. AKM, ayrılmış ödeneğe, Sabancı Grubu’nun bağışına karşın yıkılmaya terk edilmiş durumda. Döneminin mimari bakımdan korunması gereken önemli yapısı, şimdi Taksim Meydanı ile Gezi Parkı’nı gösterilerden korumak(!) üzere polis karargâhı olarak kullanılıyor.
Doğal ki, çarpıklık örnekleri yukarıdakilerle sınırlı değil. Bir ülkenin mimarlığı, bugünün ve geçmişin mimarlık mirasını koruyarak gelişir, yeni zengin hovardalığıyla mirası yok ederek değil. Yıktıklarımızın yerine rant hırsıyla yaptıklarımızla da bozuyoruz kentlerimizi. Rant uğruna doludizgin giden yoğun ve yüksek yapılaşma kentlerimizin bütün dengelerini bozuyor. Çevre, kültür, mimarlık değerlerini korumuyoruz; kentlerin ölçeğini, kimliğini, dokusunu, siluetini, yeşilini yok ediyoruz. Projeler halkla, hatta uzmanlarla paylaşılmıyor, halkın görüşü umursanmıyor.
Yağmanın yolunu açan plansız, başıboş gidiş ülkeye ve kentlerimize zarar veriyor.
1. Cumhuriyet, 5.9.2014.
2. Cumhuriyet, 15.4.2014.  

Doğan Hasol



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları