Olaylar Ve Görüşler

Kültürün beslediği düşünce - Abdullah YÜKSEL

29 Ocak 2024 Pazartesi

Kültürün, kazandırdığı bazı alışkanlıklar doğası gereği binlerce yılın birikimi ile peşimizi bırakmaz. Bazı alışkanlıklarımız; düşünmeden, sormadan, irdelemeden kuşaktan kuşağa aktarılan hazır davranış kalıplarıdır. Bunları uygulamak kolay olduğundan, insanları yeni şeyler öğrenmekten alıkoyar. Kültürün yarattığı düşünce geçmişin bekçiliğini değil, geleceğin öncülüğünü gösteren aklın yolu olmalıdır.

Üretime dönüşen düşünce özgür düşüncedir. Özgür düşünce Batı uygarlığının armağanıdır insanlığa. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Batı ile savaşırken savaştıklarının karşısına Batı’nın en özgür düşüncesiyle çıkmış, özgürlük ve bağımsızlık ilkelerini benimsemiş, “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyerek özgürlük ve bağımsızlık düşmanlarına karşı savaşmıştır. Ve “Savaş zorunlu olmadıkça bir cinayettir” diyerek tüm dünyada barışı savunmuştur.

Batı, özgür düşünce uğruna yüzlerce yıl kanlı savaşlar yaşadı, bu uğurda kurbanlar verdi. Tüm bu acılara, kurbanlara, savaşlara rağmen bölgelerinde tamamen özgür düşünceyi yaratan toplum olabilmişler mi? Tabii ki hayır.

Montaigne’nin Fransa’sında, Goethe’nin Almanya’sında, Shakespeare’in İngiltere’sinde nice ırkçı, şoven, özgürlük düşmanı, insanlık düşmanı canavarlar çıkmadı mı? Hâlâ yok mu? Elbette var.

Bu canavarlar kendi pis nefisleri, çirkin kibirleri ve insanlık dışı hırsları lehine doğanın dengesini bozanlardır. Doğadaki canlı, cansız her şeyi yok edenlerdir.

ABD’de, Ortadoğu’da kanlı savaşları başlatıp sonra seyreden ve oradaki petrole konan yöneticiler yok mu? Elbette var.

Dünya nüfusunun binde ikisini oluşturan dünyadaki bilimsel Nobel ödüllerinin yüzde 20’sine sahip olan, gaz odalarında dedeleri yakılan Yahudilerin bugün Gazze’deki çocukları, kadınları, tüm sivil halkı hunharca bombalaması, öldürmesi, sağ kalanları açlığa terk etmesi Gazze şehrini yerle bir etmesi ne yaman bir çelişki değil mi? İnsanlık adına, geçmişte yaşanan acı deneyimler adına, modern dünya adına açıklanabilecek bir durum mu? Bunu anlamak mümkün mü?

Demek ki insanoğlunun öldürme, yok etme, yakma gibi genetik bir eğilimi var. Büyük yazar Arthur Koestler buna “genetik bozulma” diyor. Ve insan soyunun çıldırdığına inanıyor.

Rus Yahudisi olan Arthur Koestler, insanoğlunun bu anlamsız bozulmalarına, kendini yok etmelerine, cinayetlere, savaşlara, insanların birbirine yaşattığı zulme dayanamayarak eşi ile birlikte intihar edenlerdendir.

Dünyanın en zengin ülkesi hangisidir? Topu, tüfeği, uçağı, füzesi fazla olan mı? Altından petrol, üstünde kan akan mı? Milli geliri en yüksek olan devletler mi? Tüm bireylerin öğretim seviyelerinin yüksek olduğu yer mi? Tabii ki bu sayılanların hepsi zenginlik göstergeleridir.

Gelişmişlik ölçüsüdür. Ancak tek başına ve hepsi bir arada yeterli olmayabilir. O ülkede adalet yoksa birlikte yaşama iradesi ortadan kalkmışsa, hukuk yerine güçlünün dediği oluyorsa bütün niceliklerinin zenginliğine rağmen o ülke yoksulluk, kaos ve kargaşa ile her an karşılaşabilir.

Bir ülkenin en büyük zenginliği o toplumda yaşayan insanların birlikte yaşama iradesini gösterebilmesidir. İnananların, inanmayanların, Rum, Ermeni, Kürt, Türk, Laz, Çerkes, Gürcü, Roman, Arap, Fars, Yahudi, Arnavut olanların; Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın yolunda gidenlerin birlikte yaşama iradesi gösterebilmelidir.

En büyük zenginlik o toplumdaki bireylerin her birinin hukuka, adalete ve insan haklarına hiçbir şüphe duymadan inanmalarıdır. En büyük zenginlik elde edilen, edilecek olan her türlü bilimin ürettiği teknolojinin sadece ve sadece insanların doğanın düzenini bozmaması adına kullanmak olmalıdır.

ABDULLAH YÜKSEL

EĞİTİMCİ-YAZAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları