Olaylar Ve Görüşler

Osmanlı, Avrupa ve laiklik - Doç. Dr. Ayşe ATALAY

12 Ocak 2024 Cuma

Kendisini bir dünya imparatorluğu olarak adlandıran ve Avrupa karşısında yüzyıllardır üstünlüğü elde tutan Osmanlı, 17. ve 18. yüzyıllarda savaş meydanlarında aldığı yenilgilerden sonra bir arayış içine girmiş ve yenilgilerinin nedenleri konusunda kafa yormaya başlamıştır. Bu olgu, Osmanlı’nın Avrupa algısının değişmesine ve Avrupa’yı daha yakından tanımak istemesini sağlamıştır. 

Bu amaçla Avrupa’ya elçiler gönderilmiş, hazırlanan raporlarla bazı yeniliklere girişilmiştir. Ancak kaybedilen savaşlar üzerinde durulduğu için yenilginin nedeni olarak askeri unsurlar ve Avrupa’nın kullandığı teknik ön plana alınmıştır. Avrupa’nın sadece tekniği göz önünde tutularak geri kalmışlığa çare bulunacağı var sayılmıştır. 

Aslında Avrupa uygarlığının maddi gelişmişliğinin altında, sömürgeci geçmişinin yanı sıra sermaye birikimi, özel mülkiyet, bireysel özgürlük ve buna bağlı olarak gelişen felsefi dünya görüşü büyük bir etkendir. Avrupa’da feodaliteyi ve kilise egemenliğini yıkan burjuva sınıfı tarih sahnesine 1789 Fransız Devrimi’yle çıkmış, daha sonra ilerleyen dönemlerde bunu işçi hareketleri izlemiştir. 

Aydınlanma felsefesi ve öncesinde Rönesans ve Reform hareketleri hep bu tabakalaşmanın ürünüdür. Oysa Osmanlı dış dünyaya oldukça kapalı, çatışmadan çok uyuma önem veren; bütün bunların bir sonucu olarak Aydınlanmacı görüşe çok uzak bir yapıdaydı. 

BATI UYGARLIĞI

Bernard Lewis’in aktardığına göre 16.-18. yüzyıl çevirileri arasında hiçbir felsefi eser yer almıyordu. Kaldı ki Platon ve Aristotales’in görüşleri zaten çevrilmişti ve bundan ötürü de çevrilmeye değer bir şey yoktu. Yani Osmanlı sadece teknolojik açıdan değil düşünsel açıdan da Avrupa’ya çok yabancıydı. Bu dönemlerde daha çok askeri literatür, coğrafya ve tarih kitapları çevriliyordu. 

Geri kalmışlığın nedenlerini araştırmak ve Avrupa’yı yakından gözlemlemek için gönderilen elçiler de Avrupalıların eğlence kültürleri, şehir plancılığı, kadına duyulan saygı, tıp alanındaki yenilikler, okullaşma oranının yüksek oluşu, askeri alandaki gelişmeler üzerinde durmuşlardır. Bütün bu gelişmelerin sonunda ise 1839’da Gülhane Hattı Hümayunu ile başlayan 1856 Islahat Fermanı ile devam eden bir yenileşme süreci başlamıştır. Oysa Avrupa’daki bütün bu gelişmelerin temelinde ise aklın bağımsızlığını temel alan ve Fransız Devrimi’yle ortaya çıkan laiklik yatıyordu. Peki Osmanlı, Fransız Devrimi’ni nasıl değerlendiriyordu? 

Örneğin Arapça ve Türkçe yazılmış bir bildiride Fransız devrimi ve halkı isyancı, kıyamet gününe inanmayan, öteki dünyayı reddeden kâfirler olarak anılıyordu. 1803-1806 yılları arasında Paris’e elçi olarak gönderilen Halet Efendi ise kâğıt, kristal ve kumaş atölyeleri kurulması halinde Avrupa’yı dize getireceklerini belirtiyordu.

AYDINLANMA

Türk Aydınlanmasının temel taşı olan laiklik, Osmanlı saray çevrelerinde olduğu gibi ne yazık ki günümüzde de tanrıtanımazlıkla, din düşmanlığıyla bir tutulmaya çalışılıyor. Ülkemizde tarih bilincinden yoksun sermaye, medya ve siyasetçiler, geniş halk kesimlerini bu yönde etkilemek istiyor. Sağ iktidarların yanlış politikaları sonucu oluşan toplumsal çürümenin faturası laikliğe kesilerek hilafet ve şeriat propagandası yapılıyor. Sonu gelmez ve ülke bütünlüğü açısından çok tehlikeli sonuçlara yol açabilecek bu gelişmeler karşısında bütün cumhuriyetçiler çekişmeleri bir yana bırakarak kenetlenmelidir.

DOÇ. DR. AYŞE ATALAY 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları