95’inci Yıldönümünde...

19 Mayıs 2014 Pazartesi

Ulusal Kurtuluş Savaşımızın başlangıç tarihi konusunda ağır basan görüş 19 Mayıs 1919’dur.
Büyük kurtarıcı ve kurucu Atatürk o gün Samsun’a ulaşmış ve karaya ayak basmıştır.
Bu mutlu ve kutlu günün 95’inci yılındayız.
Bir yandan Soma’da yitirdiğimiz 301 canın yarattığı hüzünlü ortam, öte yandan “laik Türkiye Cumhuriyeti nerelere sürükleniyor?” sorusuna şimdilik yanıt bulmakta zorlanışımız, bayram coşkumuzu gölgeliyor.

***

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmış olmasından rahatsızlık duyanlar, başlangıcının 95’inci yıldönümünde neredeyse kol geziyor
Padişahlığın ve halifeliğin sürdürülmesi için İngiltere’nin mandası olmayı yeğleyenlerin torunları, hem tarihi tersyüz etmeye uğraşıyorlar, hem de Atatürk düşmanlığına yeni yandaşlar türetmenin savaşımını veriyorlar.
Ham bir hayal peşindeler ama yaratmaya çalıştıkları görüntü, tehlikenin farkında olmayanlar için sürdürülebilirmiş gibi geliyor.

***

1926 yılında Falih Rıfkı Atay ile Siirt Milletvekili Mahmut Bey (Soydan) Atatürk’le uzun bir söyleşi yapmışlardı. Atay, tamamlanamayan söyleşinin bir bölümünü Hâkimiyeti Milliye gazetesinde yayınladı.
19 Mayıs’ın 25’inci yılında da (1944) 48 sayfalık bir kitapçık olarak yayımladı.
19 Mayıs öncesini, Atatürk’ün ağzından ve Atay’ın kaleminden izleyelim.

***

Bir gün İsmet Bey’i (İnönü) davet ettim. Şişli’deki evimde beni yalnız bulan İsmet Bey “- Gene ne var?” dedi. Sual sorarken gözlerinin içi yüksek zekâsı ve itimat veren derin neşesi ile gülüyordu...
- Ne haber, dedim.
- Tahmin edeceğin gibi...
- Şuradan bana bir Türkiye haritası bulup masaya açar mısın? Üzerinde konuşacağım.
İsmet Bey haritayı bulup açtı. Fazla olarak daima cebinde taşıdığı pergeli de çıkardı. Latife ettim:
- Henüz pergellik bir şey yok. Biraz pergelsiz görüşelim.
- Ne yapacaksın, diye sordu.
Bu münasebetle söylemeliyim ki benim daima en iyi anlaştığım dostlarımdan biri İsmet olmuştur. Onun için bu mülakatın (buluşmanın) sebepsiz olmadığına hükmetmişti.
- Mesela, dedim, hiçbir sıfat ve selahiyet (yetki) sahibi olmaksızın Anadolu’ya geçmek ve orada milleti uyandırarak kurtulma çarelerini aramak için en müsait mıntıka ve beni o mıntıkaya götürecek en kolay yol hangisi olabilir.
Yüzüme baktı tekrar, neşeli ve ümitli güldü:
- Karar verdin mi?
- Şimdilik bundan bahsetmeyelim, bana memleketi, milleti ve orduyu anlayıp bilen, vaziyeti yakından gören, tehlikede şüphesi olmayan bir arkadaş gibi cevap ver?
İsmet Bey masanın kenarındaki sandalyeye ilişti ve derin derin düşünmeye başladı. O sırada ben salonun içinde dolaşıyordum. Bana sesleninceye kadar dolaştım. Birdenbire ayağa kalktı gülerek: - Yollar çok, mıntıkalar çok, dedi.
(.......)
Bu dakikada siz de düşünürsünüz
ki verilmiş bir kararım varken onu niçin hemen tatbik etmiyorum?
Ben de hemen söyleyeyim ki ağır ve kati (kesin) bir kararın doğruluğuna inanmak için vaziyeti her köşesinden mütalaa etmek lazımdır. Ağır ve kati bir karar tatbik edilmeye başlandıktan sonra ‘keşke şu tarafını, bu tarafını da düşünseydim... Belki bir çıkar yol bulurduk, yeniden bunca kan dökmeye, bunca can yakmaya ihtiyaç kalmazdı...’ gibi, tereddütlere (duraksamalar) yer kalmamalıdır. Böyle bir tereddüt, karar sahibinin vicdanında kanayan bir nokta olur ve onu yaptığının doğruluğundan da şüpheye düşürür.
Bundan başka beraber çalışacak olanlar, yapılandan başka bir şey yapmak ihtimali kalmadığına inanmalı idiler. İşte benim mütareke (silah bırakışması) sırasında dört, beş ay İstanbul’da kalışım sırf bunun içindir...”

***

19 Mayıs - Falih Rıfkı Atay / Ankara - 1944  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları