Babalar ve Oğulları...

02 Ocak 2016 Cumartesi

2016’nın ilk yazısında günaydınlarımızı Silivri zindanlarındaki meslektaşlarımıza, özellikle de Can ile Erdem’e gönderelim ve özlemle hukukun geçerli olmasını beklediğimizi bir kez daha vurgulayalım.

***

Tatil sürüyor ya! Yazıya bir kısa öykü ile başlayalım. Ama gençler için biraz bilgi ekleyelim.
Bizim “ve” diye seslendirdiğimiz harfe Araplar “vav” diyor. Yine bizde sadece bağlaçken (onlar ‘atıfa’ diyor), onların bir de yemin vav’ı var. (Vav-ı kasem) Vallahi’deki gibi...
Geçmiş zamanda, medresenin sınav günü gelip çatmış. Mollalar sıra ile sınav ekibinin önüne diz çöküp yöneltilen sorulara yanıt veriyor.
Sıra bizim mollaya gelince ser mümeyyiz (baş ayırtman) sormuş:
- Ved duha’nın vavı, vav-ı atıfa mı, vav-ı kasem mi?
Molla büyük bir ciddiyetle “vav-ı kasem” demiş.
Baş ayırtman yüzünde oluşan gülücüklerle,
- Aferin evladım, demiş çıkabilirsin.
Ayırtmanlar şaşkın. Çünkü yanıt yanlış.
Biri dayanamayıp “Yanlış söyledi ama siz aferin dediniz” diye itiraz edecek olmuş.
Efendi hazretleri nedenini açıklamış:
- Yahu siz bilmezsiniz. Ben bunun babasını da sınava çekmiştim. O “ved duha’da vav yoktur” diyordu...

***

Ben bu kısa öyküyü, bir soru üzerine Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nun düzenlediği basın ve hukukla ilgili bir etkinlikte anlatmıştım. (Şimdi kısaca İLEF)
Yıl 1984. Kenan Evren cumhurbaşkanı, dört paşa Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyesi. Turgut Özal başbakan ve sıkıyönetim var.
Salon, kamu görevlilerinin de yer aldığı izleyicilerle dolu. Ön sırada da aralarında Askeri Yargıtay’dan gelenlerin de bulunduğu üniformalı üst düzey subaylar.
Rastlantı bu ya. O günün gazetelerinde başbakan Özal’ın ifade özgürlüğünden de söz ettiği bir demeci yayımlanmış.
Bir öğrenci de bana, Özal’ın bu sözlerine ne diyeceğimi sormaz mı?
Ben de toplantıya Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Genel Sekreteri olarak çağırılmışım.
Söze, “Burada bilim çatısı altındayız. Yakışır mı yakışmaz mı bilmem ama ben size bir kısa öykü anlatayım” diye başlayıp yukarıdaki kısa öyküyü anlatmıştım.
Salonun ön tarafı birden buz kesildi.
Suratlar asıldı. “Baba”yı Kenan Evren diye mi algıladılar. Tatsız bir ortam sınırlı da olsa oluşuverdi.
Toplantı bittikten sonra uçağa binip İstanbul’a döndüm.
Bugün aynı şeyler yaşansa dönebilir miyim? Doğrusu kestiremiyorum.

***

Diyeceğim o ki, ifade ya da basın özgürlüğünü yıllardır tartışıyoruz.
O toplantıdan bu yana geçen süre bile 32 yıl.
Türkiye’yi yönetenlerin kimileri daha da ileri gidip “En geniş ifade özgürlüğü Türkiye’de” diyor, gazeteciliği meslek ve yaşam biçimi olarak uygulayanlar (doğaldır ki yalakalar dışında) “Yok” diyor.
“Yok” diyenlerin eli daha sağlam. Ama güç değiller. Son örnekleri de yazdıkları haberlerin cezasını ağır ödeyeceklerine ilişkin sözlü ferman çıkarılmış olan Can Dündar ve Erdem Gül.

***

Sorum herkese...
Siz, Emre Hoca’nın (Kongar) takvimine göre son 14 yılda babasını aşan oğul gördünüz mü?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları