Yasallığı tartışılacak seçim yaklaşırken...

28 Mayıs 2015 Perşembe

Yıllardır tartışma konusu yapılan 1946 seçimlerine rahmet okutacak bir düzeydeki süreçte ulaşacağımız 2015 seçimi, ardından daha önemli tartışmaları getireceğe benziyor.
1946 seçimleri Demokrat Parti için önemliydi. Ancak yaşanan sandık olayları yapılmasaydı da Demokrat Parti’nin (DP) iktidar olma olasılığı yoktu.
Çünkü sınırlı sayıdaki ilden sınırlı sayıda aday göstermişti. Adaylarının hepsi kazanmış olsa bile Meclis’te çoğunluğu elde etmesi yani iktidara gelmesi olanaksızdı.
DP’nin önündeki engellerden biri de illerin bütün milletvekillerinin en çok oyu alan partiye verilmesi yöntemiydi. Ve DP çiçeği burnunda bir muhalefet partisiydi...
Oysa 2015 seçimi, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) için neredeyse bir ölüm-kalım niteliği taşıyor. Açıklanan anket verilerine bakarsak birinci parti olma ayrıcalığı da AKP’yi kurtarmıyor.

***

Anayasa “Seçimler yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılır” diyor.
Bu kuralı yurttaş olarak “Seçimler hukuka uygun olarak yapılır” diye anlayabilir ve “Peki oylama öncesi yapılan etkinlikler hukuka uygun mu” sorusunu sorabiliriz.
Vereceğimiz yanıt koskoca bir “hayır”dır.

***

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) ne yazık ki hukuksuzluğun önünü açan bir yaklaşım sergiliyor. Anayasanın bağlayıcılığını bir yana bırakıp yalnızca yürürlükteki yasalardan yola çıkarak karar alıyor.
Oysa anayasanın Cumhurbaşkanından beklentileri arasında “tarafsızlığı” da var. “Tarafsızlık” kavramını “Cumhurbaşkanının varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer” ibaresi ile sınırlı olarak değerlendirirseniz yanlış yaparsınız.
Çünkü bu akıl yürütme, yemin maddesindeki “üzerine aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma” ibaresiyle havada kalmaktadır.
Ama YSK, ileride kendisini uluslararası hukuk alanında zora sokacak bir yaklaşımı sürdürmektedir. Hem de yine anayasada çelişki durumunda uluslararası antlaşmaların dikkate alınacağı yazılıyken...

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir süredir “AKP’nin onursal başkanı” edasıyla muhalefet partilerine ve kendisine karşı olduğunu varsaydığı yayın organlarına belirli bir düzeyde çatıyor.
Çatmakla kalmıyor, valiler aracılığı ile kimilerinin miting alanlarına el koyuyor.
Tıs yok.

***

Benim gezi zekâlılığıma verin. İdam cezası 3 Ekim 2001’deki anayasa değişikliği ile belirli suçlara indirgendi. AKP iktidarı sürecinde de 7 Mayıs 2004 değişikliği ile tümden kaldırıldı. Aynı yıl Türk Ceza Yasası’ndan da çıkarıldı.
Durum böyleyken, hem de kendisinin Mısır Cumhurbaşkanı Mursi ile ilgili sözlerini manşet yapan Hürriyet Gazetesi’ne, sahibi Aydın Doğan’a ve Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin’e hücum etmek anlaşılır gibi gelmiyor.
Bu yayından idam cezasının olmadığı bir ülkede “Cumhurbaşkanının idam edileceği” gibi bir sonuç çıkarmak, düşünce düzeyimizi de ortaya koyuyor.
Bu yorumun pek çok yazarın aklına “Vay bana ördek dedin” kısa öyküsünü getirmesi de yaşadığımız bir başka gerçek...

***

Başta da yazdığım gibi, Türkiye’nin çok partili sürecinde, hukuksal sonuçları da olacak bir pazara gidiyoruz...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları