Kravat ve Hırvat!

02 Temmuz 2013 Salı

Avrupa’da 1618’de “Katolik-Protestan” tartışmasıyla başlayan savaşlar 1648’de siyasal sonuçlarla sona erdi. Bu döneme Avrupa’nın “30 Yıl Savaşları” denildi.
Savaşa giden Hırvat askerlerinin boyunlarına anneleri, eşleri, sevgilileri kendi başlarından çıkardıkları, genelde beyaz eşarpları bağlamışlar. Kötülüklerden koruması amacıyla düğümledikleri bu boyunbağları Hırvat askerlerle öteki ülke askeri arasında önemli bir ayrıcalık yaratmış.
Fransızlar, bu askerlere Hırvatlar anlamında
“cravate, croates, cravatesden” demişler. Sonraki yıllarda Fransız modacılar bu olguya el atıp “kravatı” modaya dönüştürmüşler. Bu uğur modasını benimseyen Fransız kadınları da evden çıkan eşlerinin kravatlarının düğüm noktasını “uğur getirmesi” dileğiyle düzeltir olmuşlar.
“Kravat” modası “Hırvatlar” ile bağlantısız olarak Fransa’dan Türkiye’ye Tanzimat ile girmiş, ilk kez Sultan Abdülmecit’in kullandığı söylenmiş.
Günümüzde ise Hırvatlar ile Türklerin yazgıları 3 Ekim 2005’te kesişti. 1963’te Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile
“ortaklık anlaşmasını” imzalayan Türkiye, Hırvatistan ile aynı gün Avrupa Birliği’ne (AB) “tam üyelik” için başvurdu.
4.5 milyon nüfuslu, kişi başına 13.500 dolar ulusal geliri olan Hırvatistan sekiz yılda 35 başlığı açıp müzakereleri tamamladı ve dün resmen AB’ye 28. üye ülke oldu. Buna karşılık 75 milyon nüfuslu, kişi başına 11.000 dolar ulusal geliri olan Türkiye 35 başlıktan yalnızca 13.5’ini açabildi!
Türkiye’nin 6 başlığının açılmasını
“veto” eden ekonomik çöküntü içindeki Güney Kıbrıs, pazar günü “Maraş’ı verin vetoları kaldıralım!” şantajını yaptı. Bir başka ekonomik çöküntü içindeki Yunanistan ise 1 Ocak’ta AB Dönem Başkanlığı’nı devralmaya hazırlanıyor...

\n

Bekçi köpeği mi?

\n

Hırvatistan’daki kutlamalara katılmak üzere Zagrep’e uçmadan önce Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış “Türkiye’nin üyeliği siyasal nedenlerle geciktirilmeye çalışılıyor” gibilerden verdiği bir demeçte, dolaylı da olsa bir itirafta bulundu.
3 Ekim 2005’te AB’ye Hırvatistan ile aynı gün başvuru yapıldığında Türkiye’de iktidarda Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP hükümeti yok muydu? Hırvatistan sekiz yılda 35 başlığın müzakeresini tamamladı. AKP ise daha 13.5’lik müzakere ile nal topluyor...
Başta Erdoğan olmak üzere AKP’li bakanların ve milletvekillerinin Bağış’ın
“siyasal nedenlerle” itirafının ne anlama geldiğini algılamaları için önce aynaya bakıp kendilerine çekidüzen vermeleri gerekmez mi?
“Gezi Parkı” olaylarının üzerine tüy diktiği “siyasal nedenler” konusunda bir önceki yazımızda bir eksik aktarma yapmışım! Frankfurter Allgemeine Zeitung (FAZ) gazetesinin “Bağış’ın maskesi düştü” diye yazdığını bir gazetemizden aktarmıştım.
Almanya’daki okurlarımdan aldığım iletilerde gazetenin bu yorumunun Almanca başlığının
“Der türkische Europaminister: Erdogans Kettenhund” olduğu belirtiliyordu. Türkçede “Türk Avrupa Bakanı: Erdoğan’ın Bekçi köpeği” anlamına geliyordu.
Yorumda, polis şiddetini kınayan Avrupa Parlamentosu’na karşı
“Bağış, havlayarak (!) cevap verdi” de deniliyordu. Bu olaylardan sonra Bağış’ın Zagrep’te hangi yüzle AB’li yetkililerin yüzlerine bakabildiğini aklım almıyor! Hâlâ onurla o koltukta oturabiliyor!

\n

Freud’un Türk divanı!

\n

Yazıda ayrıca Erdoğan için Almanya’nın faşist diktatörü Adolf Hitler için kullanılan “führer” unvanı da yakıştırılıyor. Yarım yüzyılı aşkın gazetecilik yaşamımda bir Türk başbakana “führer” unvanının verildiğine ve bir bakana da “bekçi köpeği” denildiğine ilk kez üzülerek tanık oldum!
Almanya’daki okurlardan bir başka ilginç haber daha geldi.
Jürgen P. Fuss adlı bir yazar “Erdogan - ein Meister der Täuschung” adlı bir kitap yayımlamış. 19.80 Avro’ya satılan kitabın adı Türkçeye “Aldatmanın Üstadı Erdoğan”, “Kandırmanın Üstadı Erdoğan” ya da “Sahtekârlık Üstadı Erdoğan” diye çevriliyormuş! Kitabın bir an önce Türkçeye kazandırılmasını merakla bekliyorum!

\n

***

\n

Önceki yazıda Başbakan’ın bir an önce tatil yapmasını ve gerekirse bir “psikiyatristin divanında” dinlenmesini önermiştim. Meraklı okurlardan bu divan hakkında çeşitli sorular aldım.
Ruhsal sorunların çözümünün yüzyılımızın başındaki öncüsü Avusturyalı Sigmund Freud’un kullandığı “Türk divanı” o günden bu yana merak konusu olmuştur. Tıp diline “terapi divanı” olarak geçen bu buluş, kendisine İzmir’den hediye edilen bir halı ile başlamış!
Kız kardeşi
Mitzi ile evlenen, uzak akrabası olan ve Selanik’te ticaret yapan Moritz Freud kayınbiraderine İzmir’den gelen bir halıyı hediye etmiş. Freud o günlerde “Ölüm ve Cinsellik” konusunda bir makale çalışması yaparken Türklerin çokevlilik olgusuna da merak sarmışmış!
Viyana’da 1886’da ilk muayenehanesini açtığında divanına İzmir’den gelen bu halıyı örtmüş. Bir gün hastalardan biri bu divanı şöyle yorumlamış:
“Eskimiş, delik deşik olmuş divana yerleşir yerleşmez içim eridi sanki... Vücudum yumuşak pamuğun içine çöktükçe ruhum da onunla birlikte çöktü... Sürekli gözlerim yaşardı. Koltukta otursaydım aynı etkiyi yapmayacaktı, sırtımı dayayınca kendimi çok daha güçlü hissediyordum!”
Daha sonra Freud, Türkiye’den, İran’dan, Kafkaslardan çeşitli halılar getirmiş; Viyana ve Londra’daki muayehanelerindeki divanlara örtmüş. O günden sonra da psikiyatrisler hastalarını koltuk yerine divanda dinlemeye başlamışlar!

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları