Öztin Akgüç

Krizden Kurtulamama

12 Ocak 2014 Pazar

Türkiye ekonomisinin II’nci Dünya Savaşı’ndan bu yana gelişmeleri incelendiğinde, ekonominin oldukça sık aralıklarla krize girdiği görülmektedir. Krizler, Türkiye ekonomisinin sürekli olarak büyümesini önlemekte, ülkenin orta gelirliler grubundan üst gruba geçişine olanak vermemekte, Türkiye OECD ülkeleri arasında en son sıralardaki konumundan kurtulamamakta, süreğenleşen sorunlarını çözememekte, ortalama yaşam kalitesini yükseltememekte, bunun siyasal sonuçlarına da katlanmaktadır.
Türkiye, dünyanın en büyük on yedinci ekonomisi. 2023 hedefi ilk 10’a girmek gibi söylemlere bakılmamalı. Bize global ekonomide on yedinci sırayı sağlayan nüfus yoğunluğumuzdur. Nüfusu bizden fazla olan Endonezya’nın sıralamada bizim üstümüzde yer aldığı gözden kaçmamalıdır. Türkiye bu gidişle 2023 yılında ilk on ülke arasına girmek bir yana, ilk yirmi içinde kalabilir, yerini koruyabilirse başarı sayılmalıdır.
Türkiye’nin 2001 yılından sonra krize girme aralığının biraz uzadığı iddia edilebilir. 2001 sonrası dünya ekonomisinin 2007 yılına değin hızlı büyüme sürecine girmesi, 2007 sonrası da ekonomik krizden çıkmak için izlenen genişletici para politikaları, likidite bolluğu, Türkiye’nin krize girmesini ertelemiş, 2009 krizi ardından 2013-2014 yılına değin süreyi uzatmıştır.
Türkiye niçin oldukça sık aralıklarla ekonomik krize giriyor, düzenli kendini besleyen büyüme sürecine giremiyor? Bunun nedenlerini ciddi bir şekilde ortaya koymak gerekir.
Halkı avutmak, kandırmak, iktidarın başarısızlığını gizlemek için, Gezi olayları, AKP-Cemaat çatışması, yolsuzluk soruşturmaları, FED’in tahvil alımını 10 milyon dolar azaltması, dış komplolar gibi nedenler ileri sürüyor. Politikacıların bu tür savlarda halk avcılığı yapmaları olağan karşılanabilir. Halkın karşısına geçip açık açık “Biz başarısız olduk” diyemezler. Ancak bazı köşe yazarlarının, ekonomist geçinenlerin, TV programları yapanların bu tür nedenleri ileri sürmeleri ise gerçekten utanç verici.
Ekonomik krizler ekonomik nedenlerle açıklanmalıdır. Bizde krizler, yine insan kalitesinin yetersizliğinden kaynaklanan yönetim hatalarından, politikalardan kaynaklanmaktadır.
İktidarlar, kısa vadeli siyasal hesap, kişisel beklenti çıkar temeline dayalı politikalar kurguluyorlar. Bu politikaları da halkı kandırarak, zaman zaman korku salarak, bazı çevrelere çıkar dağıtarak, kamuoyuna sunuyor, uyguluyorlar. Bu anlayış ve kapasitedeki yöneticilerde sorunları çözmek bir yana, sorunların giderek ağırlaşması olağanlaşıyor.
Bürokratik kadroların yetersizliği; bürokrat, bir kamu görevlisi, hizmetlisi olarak toplumun, ülkenin hak ve çıkarlarını savunmalı, gerektiğinde, politik ataklara karşı da korumalıdır. Ancak bürokraside liyakat, ehliyet, nitelik bir yana bırakılıp, atamalar, tümüyle öznel nedenlere dayandığında, bürokraside tersine ayrım, kötünün iyiyi dışlaması süreci, bürokratları da politikacıların günahına ortak ediyor, hatta aracı haline getiriyor.
Türkiye’de işadamı sıfatının bolluğuna karşın, gerçek işadamı kimliğine sahip girişimci azlığı; Türkiye’de asıl, kıt faktör, sermaye değil, girişimci, yönetici yetersizliğidir. İşadamlığı çoğu kez iktidar yalakalığı ile birlikte yürüyor. Hele hele bazıları bazı çevrelere hoş görünmek için ekonomi konularında bilgiçlik taslarken, bilgisizliklerini ortaya koyuyor. İşadamlığı her halde, iktidarlara hoş görünerek çıkar sağlamak, ihale almak, teşvik koparmak, bazı orunlara atanmak değil.
Akademik çevrelerden gereken uyarılar, araştırma ve öneriler de gelmiyor. Yapılan ciddi araştırmalar kamuoyuna duyurulmuyor, yapanlar da bir şekilde dışlanarak cezalandırılıyor. İktidarların çıkar çevrelerinin sesyayar olarak kullandıkları sözde bilim adamları da TV kanallarında, gazete köşelerinde boy göstererek halkı kandırma işlevini yerine getiriyorlar.
Kaliteli insan sorununu çözemediğimiz sürece Türkiye’nin krizlerden kurtulması, atılım yapması olanaksız gibi görünüyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni anayasa alalaması 15 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları