Pınar Öğünç

Kuşaktan kuşağa taşınan acı

12 Ocak 2016 Salı

Her hafta birbirleriyle sözleşerek, yol boyunca söyleşerek gelirler. Yıllar içinde kan bağıyla değil ama devletin döktüğü kanla bağlanan kocaman bir aile gibi olmuştur onlar. Yanlarında katlanan tabureleri, Galatasaray Meydanı’nın taşlarında üzerine oturdukları minderleri, kimbilir kaç kez katlanıp açılmış afişleri vardır. Bir hareketi defalarca tekrarlamanın sükûneti akar üzerlerinden. Babalarının, kardeşlerinin, kocalarının, çocuklarının fotoğrafları çantalardan sessizce çıkar, kucaklarda yerini bulur; beyinleri düşünmese elleri ne yapacaklarını bilir. 563 hafta kaç yıl eder, aklınız havsalanız alır mı?

Cumartesi Anneleri/ İnsanları 563. kez toplandı geçen cumartesi. Daha evvelki 562’sinden farklı bir şey istedikleri için yazmıyoruz bu yazıyı. Bilakis talepleri, dertleri hep aynı: Yakınlarının kemikleri, sevdiklerinin mezarı ve sorumluların yargılanması. Devletin kendi vatandaşlarına yönelik şiddetini artırdığı, yaşama, ifade, gömme, gömülme gibi temel insan haklarının ihlal edildiği şu günlerde, bu acılı geleneği en iyi onlar anlatabilirdi. Galatasaray buluşmasının ardından bir masaya oturduk. Üç kuşak vardı masada. Bir anne, bir ağabey, iki de çocuk. Sadece suçların işlendiği 90’lı yıllar değil, 2000’lerde karşılıksız kalan suç duyuruları, zamanaşımının işletilmesi, açılmayan toplu mezarlar ve sürdürülebilen davalarda faillerin cezasızlıkla ödüllendirilişi bizi bugüne kadar bağlıyor. “Devlette devamlılığı” onlar acının tecrübesiyle anlatıyor.

Ahmet Kaya’nın kızı Emine Kaya:

Başka ülkelerdekilere ağlayıp burada çocukları öldürüyorlar

15 Ocak, Güçlükonak Katliamı’nın 20. yıldönümü. O cumartesi konuşanlardan biri de babası Ahmet Kaya’yı ve iki amcasını katliamda kaybeden Emine Kaya’ydı.

1995 Genel Seçimleri öncesinde PKK tek taraflı ateşkes ilan etmişti. 12 Ocak 1996’da eski korucu Abdullah İlhan, Ahmet Kaya, Ali Nas, Neytullah İlhan, Halit Kaya ve Ramazan Oruç PKK’ye yardım ettikleri gerekçesiyle gözaltına alındı. Üç gün sonra bir jandarma köyü arayarak serbest bırakılacaklarını, bir minibüs yollamalarını söyledi. Kuşkulanan dört kişi, şoför Ramazan Nas’ı yalnız bırakmadı. İlk altı kişi zaten işkencede öldürülmüştü, onları almaya geldiğini sananlar da canlarından oldu. Ölüleri o minibüse bağlandı, başlarına çuval geçirildi ve bedenleri ufalanana değin roket yağmuruna tutuldu. Kimlikleriyse sapasağlamdı. İşte o minibüsü 23 yaşındayken bir çocuk annesi olarak kendi gözleriyle görmüştü Emine Kaya.

Genelkurmay Başkanlığı özel uçakla getirttiği gazetecilere bunun bir PKK eylemi olduğunu açıkladı; elbette ana akım medya tek kişiyle konuşmadan böyle yazdı. Neyse “başka” gazeteciler de vardı. Metin Göktepe onlardan biriydi.

Olay için bir araya gelen Barış İçin Bir Araya Çalışma Grubu öncülüğünde, katliamın devlet tarafından organize edildiğini kanıtlama işinin peşi bırakılmadı. AİHM’de devlet tazminat ödemeye mahkûm oldu. 2000’lerde tekrarlanan suç duyurularıysa hep cevapsızdı. Dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Adnan Ekmen, 13 yıl sonra Yeni Aktüel dergisine verdiği söyleşide katliamı JİTEM’in gerçekleştirdiğini söylemişti.

Kurbanların parçaları, toplu bir biçimde bir nehir kıyısında gömülü şu an. Üstelik her an da baraj yüzünden su altında kalma tehlikesi altında. O dönem evleri de yakılan Emine Kaya gerçek bir mezar istiyor. “Katliam hiç bitmedi anam” diyor, “Şimdi daha da ağır. İnsanlar ölülerini gömemiyor. 90’larda her şeyi gizli yapıyorlardı. Artık her şey ortada. Başka ülkenin çocuklarına ağlıyor, burada çocuk öldürüyorlar. Memleket mezara döndü. ”

Kaya’nın Cizre, Şırnak ve Nusaybin’deki akrabaları evlerinin bodrumlarında ekseriyetle. “Yeter, biz barış istiyoruz” diyor Kaya, “Biz bu ülkenin insanı değil miyiz?”

Hasan Gülünay’ın kızı Deniz Gülünay:

Faili meçhuller yaşanıyor çünkü faşizm hiç değişmedi

“Babam fikirlerinden dolayı öldürüldü, şimdi de insanlar kimliklerinden dolayı öldürülüyor” diyor Deniz Gülünay. 20 Temmuz 1992’de Tarabya’daki evinden işe gitmek üzere çıkan ve bir daha kendisinden haber alınamayan Hasan Gülünay, bir süredir polis tarafından takip edildiğini söylüyordu. Aynı anda sorguda olanlardan işkencede “Ben Hasan Gülünay, beni gözaltında kaybetmeye çalışıyorlar” diye bağırdığını duyan vardı. Nüfus kayıtlarında hâlâ sağ olan Gülünay için ailenin yürüttüğü adalet mücadelesi ilerlemiyordu, 20 yıllık zamanaşımı engeliyle 2012’de dondu.

Babasını sekiz yaşında bırakan Deniz, Galatasaray Meydanı’nda büyüdü, o meydanda 12 yaşındayken annesiyle birlikte gözaltına alındı. 12 yaşındaki bir çocuk, babasının sağ çıkamadığı Vatan Caddesi’ndeki o binada...

Şimdi 31 yaşında “Baba acısı çok büyüktür, çok şey kaybettirir insana. Ama bugün Sur’da, her yerde babasız kalan çocuklara baktığımda onların travması daha büyük geliyor bana” diyor. Deniz ömrüne yayılan 90’ların hiç bitmediğini düşünüyor: “Yine faili meçhuller yaşanıyor, 90’lar sürüyor. Çünkü faşizm hiç değişmedi. O zaman Çiller vardı, Demirel vardı, şimdi Tayyip Erdoğan var sadece. Ben çözüm sürecine de inanmıyordum. 2011’deki kayıp yakınlarıyla buluşmaya katılmayı da aile olarak reddetmiştik. Faşizm olan yerde barış olamaz.”

Murat Yıldız’ın annesi Hanife Yıldız:

Biz mezar için uğraşırken sokaklar ölülerle doldu

“Herkes bu suçların ortağı” diye başladı Hanife Yıldız. Oğlu Murat, 20 yaşındayken bulunduğu kafede çıkan bir tartışma sırasında havaya ateş ediyor. İçeride sivil polisler de varmış. Yıldız, oğlunu en son 23 Şubat 1995’te ifade vermek için birlikte gittikleri İzmir Bornova Özkanlar Asayiş Şubesi’nin kapısında gördü. Daha sonra oğlunun İstanbul’a götürülürken feribottan atladığı söylendi. 2012’de, bir otobüs dolusu kayıp yakını, Mehmet Ağar’ın bulunduğu Yenipazar Cezaevi’nin kapısının önünde eylem yapmak için Aydın’a gitmişti, o otobüsteydim. Gece yarısı bindiğimiz o feribotta Hanife Yıldız’ın kalp çarpıntısını kulağımla duymuş gibi hatırlıyorum ve karanlık suya bakışını...

Hanife Hanım yargı mücadelesinin sonunda kayıptan sorumlu polislere 1 lira 18 kuruş ceza verilmesine tanık bir kadın; 1 lira 18 kuruş! 2011’de dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan kayıp yakınlarıyla görüşürken o da oradaydı. “O zaman Erdoğan’a bunları anlattığımızda övünerek ‘Bunların hiçbiri bizim dönemimizde olmadı’ diyordu. Sorumulular yargılanacak diyordu. Çok umutlu değildim ama 103 yaşındaki Berfo Ana’ya yalan söyleyeceğini de düşünmedim. Biz bir mezarımız olsun diye uğraşırken, sokaklar korkudan gömülemeyen ölülerle doldu. Devlet gücünü IŞİD’e göstermeliydi, bu insanlara değil. Artık kaybımızı dile getirmek içimizden gelmiyor. Hangi devletten hesap soracağız, bundan mı? Onlarca katliam var tarihimizde, bizi öldürenlerin hangisi hesap vermiş ki? Acımız büyük, öfkemiz ondan da büyük.”

Suçlunun yanında durma geleneğinden söz ediyor Yıldız, seyirci kalan halka, yalan söyleyen medyaya sitem ediyor. “Biz muhalif olabiliriz, ama biz de yüzde 50’yiz. İnsanlar o partiyi de tutabilir. Annelere, kadınlara sesleniyorum önce. Duyarsız kalmak zalimin yanında yer almaktır. İnsanlıklarını ipotek etmesinler. Utanabilme duygusunu kaybetmesinler. Bu her şeyin sonudur.”

Hasan Ocak'ın ağabeyi Ali Ocak:

Bu yaşananlara direnilmezse çürüme topluma yayılır

Cumartesi Anneleri/ İnsanları 27 Mayıs 1995’te ilk kez Galatasaray’da buluştuğunda faillerinden hesabını sordukları ilk isim Hasan Ocak’tı. Gözaltında kayıp meselesi ilk kez onun ölümüyle yankı buldu.

Ocak, 1986 ve 87’de iki kez gözaltına alınmış, işkenceyle sorgulanmıştı. 21 Mart 1995’te evine giderken gözaltına alındığı günlerce inkâr edildi. 26 Mart’ta Beykoz’da ormanlık alanda köylüler cansız bedenini bulduğunda pantolonu kemersiz, ayakkabıları bağcıksız ve parmakları mürekkepliydi; yani gözaltında öldürülmüştü. Kimsesizler mezarlığına gömülen Ocak’a aile iki ay sonra ulaşacaktı. Adalete ise hiç erişemediler. Suç duyuruları karşılıksız kaldı, başvurdukları AİHM, devleti tazminat ödemeye mahkûm etti.

Ocak ailesinden bir ferdin Galatasaray’da bulunmadığı bir cumartesi vaki değildir belki de. Karşımızda ağabey Ali Ocak, o da “devamlılıkla” başlıyor lafına: “90’larda işkence vardı, gözaltında kaybediyorlardı. Şu anda açıktan yaptıkları gibi bir de caka satar hale geldiler. Ahmet Davutoğlu, üniversitede Tansu Çiller’in hocası olduğunu söylemiş. Acaba Çiller’den neler öğrendi? Asıl mesele, İttihat Terakki’den beri iktidarların kendi suçlarıyla hiç yüzleşmemeleri ve yüzleşmedikçe zulüm makinesine dönmeleridir. Evrensel hukukta yeri olmayan şeyler yaşanıyor bugün. Bu kadar fütursuzluk olmaz derdik, beterin beteri varmış. Devletin suçlarını gizleme konusunda geçmişten çok daha organize olduğunu görüyorum ben”.

Ali Ocak, toplumsal dinamiklerin, demokratik ilerici kitlelerin bu gidişatı frenlemesi konusunda uyarıyor. “Devlet, toplumu suça ortak etmek için canhıraş çalışıyor, herkes alabildiğine edilgen. Buna direnilmezse çürüme toplumsallaşır. Hâlâ bir umut var. Korkum, iktidarın hesap vermekten kaçındıkça çok daha büyük trajedilere yol açması.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir tava bir kepçe 19 Nisan 2017

Günün Köşe Yazıları