Pınar Öğünç

'Otoriteryanizm yükseliyor'

13 Kasım 2016 Pazar

Trump’ın ABD’nin yeni başkanı olması nasıl bir yeni dünyayı işaret ediyor? Siyaset bilimci Evren Balta Paker’le, Trump tipi liderliği, sağ popülizmin yükselişini konuştuk.

Trump’ın başkanlığını anlamak için yarattığı şaşkınlığa mı bakmalı önce?

Kamuoyu yoklamalarının Brexit referandumunda, Kolombiya’da, Türkiye’de, Avusturya’da vesair seçimlerde yanılmaya başlamasıyla kişisel olarak her şeyin olabileceğini düşünüyordum, şaşırmadım. Fakat tüm bunlarda biz beklediğimiz sonucun seçim sandıklarından çıkmasını ümit ettik galiba. Bunu Hannah Arendt’in “liberal iyimserlik” dediğine benzetiyorum. Nazizm yükselirken buna karşı olan kitlelerin Hitler’in gerçekten ne yapabileceğini görmek istemediklerini söylüyordu Arendt. Aslında hissediyorlar ama aklın bir şekilde durduracağına inanıyorlar. Entelektüellerin, aydınların ve sonra aslında suçlara bizzat tanıklık etmeyen herkesin toplama kampları varken bile böyle bir şeyin gerçek olamayacağını düşündüklerini söylüyor. Her şeyin akıl çerçevesinde, otomatikman çözüleceğine dair inancımızın da gelmekte olan kötülüğü engelleme gücümüzü yok ettiğini düşünüyor. O kadar da olmaz diyoruz. Bunu arzu ediyoruz. 

Seçmen tipi değişti

Bu şaşkınlığın başka bir yorumunda kibirli siyaset bilimciler, fildişi kulede yaşayan akademisyenler, beceriksiz anket şirketleri var. Gerçekten arada böyle bir makas var mı? 

Bunun da bir gerçekliği var, iyimserlik üzerinden konuşmak tam resmi vermeyecektir. Sadece Amerikan seçimlerinde değil, genel olarak oy verme davranışı değişmeye başladı. Takım tutar gibi bir adayı tutan, öngörülebilir bir siyasal sistem içinde oy veren seçmen tipi buharlaştı. Toplumsal kutuplaşma arttı. Seçmen çok küçük yüzdelerle ortadan ikiye bölündü. Sandığa gitmeyenler de belirleyici. Amerikan seçmeninin yüzde 47’si oy vermemiş. 

Bu değişen seçmen tipini neye bağlamalı?

Popülizmin harekete geçirdiği dinamiklere... Dünyanın her yanında değişim var. Bir sürü Batı merkezinin sanayisizleşmesi, insanların işlerini kaybetmeleri, uluslararası siyasetteki radikal dönüşümler, göçmenlik, sosyal etkileşimin artması, bir yandan eşcinsel evlilik, kürtaj vesair konuların bazı değerlere temel bir meydan okuma olması, üzerine bu dönüşümleri anlamlandıracak siyasal bir çerçevenin, ütopyanın ortadan kaybolması... Bunların ortasında seçmen davranışı anlık ve duygular üzerinden değişir hale geldi. Seçmenin öfkesini, korkularını harekete geçirebilen aktörler öne çıkıyor.

Trump’a oy verenlerin gerekçelerine bakıldığında, bizim de siyaset sahnesinde bir gereç olarak gördüğümüz “samimiyet” bir etken örneğin. “Samimi” bir öfke belki... 

Sadece Trump’ın değil, sağ popülizmin bütün dünyada harekete geçirdiği duygulardan biri kaybetme duygusu ve bunu telafi etme arzusu. 2008 kriziyle işini, evini yani aslında hayatını kaybedenlere popülizm, bunun sorumlusu olarak sistemi, siyasal elitleri, seçkinleri gösteriyor. Buradan bir öfke doğuyor. Fakat Trump özelinde, kayıp duygusunu yaşayanlar sadece işini, evini kaybedenler değil; aynı zamanda ayrıcalıklarını kaybedenler de var. Bu, hayatta her şeyini kaybetmeye benzemiyor, bu gruplar hâlâ iyi kazanıyor, süren ayrıcalıkları var. Bu iki kayıp duygusu aslında bir araya gelmeyecek, birbirleriyle çıkar olarak çelişen grupları işaret ediyor. Ama sağ popülizm öfke,
korku ve hayal kırıklığı üzerinden bu grupları bir araya getirmeyi başarıyor. Trump çok öfkeli biri, hiçbir politik doğruculuğu yok ve bunun üzerinden öfkesini farklı nedenlerden kontrol altında tutan, “Allah kahretsin bu nasıl hayat” diyen değişik kesimleri bir araya getirebiliyor. Ama tabii kimlerin oy vermediğine bakmak da önemli. Hispanikler, siyahiler Trump’a oy vermedi. Kentli orta sınıflarda, küresel bağları olan hareketli sektörlerde çalışanlar arasında da düşük.

Amerikan rüyası

Trump’ın başarısına dair konuşulan diğer faktörlerden biri sıfırdan başlamasıyla Amerikan rüyasını temsil etmesi, iyi tüccarlığıyla da herkesin canına okuyacağına dair inanç... Trilyoner Trump elitlerin karşısındaki halk çocuğu mu oluyor böyle? 

Amerikan popülizminin diğer popülizm örneklerinden farkı var. Halktan gelen birinin yükselip sınıf atlayışı, zaten Amerikan kültürünün temeli, o kültürde başarmak en büyük değer. X ülkesinde halk çocuğuyken halk çocuğu kalmış olmak önemli olabilir. Üstelik bu başarılı kişi “Bu sistemin sizi nasıl soyduğunu biliyorum, çünkü oradan geçtim” diyor. “Param var, statüm var, hiçbir şeye ihtiyacım yok. Zaten beni de sevmiyorlar” diyor.

 

Güçlü ve mağdur

“Güçlüyüm ama çok da mağdurum” mu diyor yani? 

Evet öyle. Güçlüyüm ama sizin gibiyim. Popülizmin iki temel öğesi var. Biri seçkinlerden, müesses nizamdan nefret etmek. İkincisi de kendi adına değil ama millet, halk, yani fiktif bir kolektif adına konuşmak. Onun basit bir temsilcisi olduğunu iddia etmek. Amerikan popülizmi üzerine yazanlar arasında ciddi narsisistik kişiliği yüzünden Trump’a popülist denemeyeceğini söyleyen de var. Ben yapacacağım, ben edeceğim diyen, temsil ettiklerine vaatte bulunmayan, daha bireyselleşmiş bir söylemi var. 

Hillary Clinton kazansaydı daha iyi olacaktı değil, o zaman da başka şeyler konuşuyor olacaktık. Ama yine de Trump yeni karanlık bir dönemi işaret ediyor galiba? 

Clinton kazansaydı sürdürülemez bir düzende bir süre daha devam edecektik. Trump’ın temel sözlerinden biri değişim ama değişimin iyiye doğru olanı var, bir de kötüye. Düzene her meydan okuyuş bizi ileri götürmez. Aslında bu seçim idare etme siyasetinin de sonuna geldiğimizi söylüyor. İyiye, umuda, eşitliğe yönelen yeni bir siyasete ihtiyaç var ve artık bunu sadece var olan düzeni koruyacak bir söylemle yapamayız.

Trump ile Erdoğan’ın ortak yönü

Bütün bunlar nasıl bir yeni dünya düzenini, güç dengesini işaret ediyor? 

Trump gibi liderlerin, Hindistan’da Modi’nin, Türkiye’de Erdoğan’ın, Macaristan’da Orban’ın vesairenin yaptıkları en önemli şeylerden biri kurumsuzlaştırma. Siyaseti giderek kişilere bağlayarak her tür kurumu, denetleyici organı ya da her tür toplumsal muhalefeti devre dışı bırakmaya çalışma. Bu liderler hak talebinde bulunan herkesi seçkinlerin sözcüsü olarak, yasalar sınırında davranmanız gerektiğini söyleyen tüm aktörleri de alttakilerin arzusunu yerine getirmenin önünde bir engel olarak görüyorlar. Bu esasen çok yıkıcı bir güç ve yıkmaya önce kurumlardan ve normlardan başlıyor. ABD örneğinde içerdeki kurumsuzlaştırma ile dışarıdaki statükoya yönelik karşı duruş paralel gidebilir gibi. Nitekim o kurumlar esasen ABD’nin polisliğinde işliyor. Michael Moore, Trump’ı insan şeklinde bir molotof kokteyline benzetmişti. Oy verenler Trump’ı aldı ve tüm siyasal kurumların ortasına attı diyor. Patladığında her şeyi dağıtabilir. Öngörmek zor. 19. yüzyıl gibi biraz. O dönemde uluslararası düzenleyici kurumların bulunmadığı, her şeyin kaygan olduğu, ittifaklar açısından öngörülemez, çatışmaların hızla yükselebildiği bir dönemdi.

‘Otoriteryanizm yükseliyor'

Gayet net İslamofobik çıkışlarına rağmen Trump’ı AKP seçmeninde tercih edilir kılan ne?

Türkiye’de hükümetin de dertli olduğu, paradoksal biçimde ABD tarafından inşa edilmiş olan liberal uluslararası düzene yönelik öfke sanırım. Son on yıldır Rusya’dan Hindistan’a Batı-dışı dünyada yükselen bir öfke bu. Bu uluslararası düzenin hem kurucusu hem “yöneticisi” olan ABD’nin, tam da bundan rahatsız olan bir başkan seçmesi, aynı fikirdeki siyasal liderlikler için şaşırtıcı bir sevinç kaynağı.

20. yüzyılın sonu

İkincisi Batı’da ama daha çok Batı-dışında son on yılda geçmiş kurumsal yapıların etkisiyle sınırlanan ama büyük oranda benzer biçimde yükselen bir otoriteryanizm var. 90’lardaki liberal insan haklarının baştacı edildiği, özgürlüklerin altın çağı olduğu bir dönem kapanmış görünüyor. O zamanlarda bunları izleyen uluslararası kurumlar, insan hakları karnesi, gazetecilerin tutuklanması vesaire üzerinden yaptırımlar üretebilecek aktörler vardı. Trump bunların hiçbiriyle lider olarak ilgilenmediğini söylüyor. Bu, uzun 20. yüzyılın gerçekten kapanması demek ve otoriterleşmede hızla yol alan ülkelerin liderleri için bulunmaz bir fırsat. 

Siyaset değişimi

Üçüncü sebep de Clinton’ın spesifik olarak Ortadoğu’da daha müdahaleci bir çizgi izleyebileceğine, Kürtlerle ittifakı sürdürebileceğine dair kaygı. Diğer yandan Trump, siyasal İslama dair Clinton’dan ve Amerikan müesses nizamından daha fazla tehdit algısı besliyor. Rahatlıkla bu gruplarla ilişki ya da söylem birliği kuran hükümetlerin Amerika için tehdit oluşturduğuna dair siyaset değişikliğine gidebilir. Siyasal İslam karşıtlığı üzerinden uluslararası düzeni yeniden kurmayı deneyebilir. Bu ihtimal uzun vadede Türkiye hükümetinin sevinmesini gerektirecek bir durum değil gibi geliyor.

 

 

Evren Balta Paker kimdir?

Yıldız Teknik Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan Doç. Dr. Evren Balta Paker, Küresel Güvenlik Kompleksi isimli kitabın da yazarı.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir tava bir kepçe 19 Nisan 2017

Günün Köşe Yazıları