AKP, Cemaat, Dershane

23 Kasım 2013 Cumartesi

Erdoğan cemaat için “Kara propaganda yapıyorlar, komplo kuruyorlar” diyor; cemaat ise 28 Şubat’ta dahi bu derece etkisiz bırakılmaya çalışılmadığına inanıyor. Halbuki AKP’nin sandığına cemaatin katkısı, Erdoğan’a, iktidar ve muktedir olma yolunda sağladığı destek herkesin malumu. Öyleyse arada geçen zamanda ne değişti?
Değişen belki de sadece Erdoğan’ın gücüydü, yıllarla ve üst üste gelen iktidarla birlikte artan kendine güveniydi. Mevzilerini kuvvetlendirdikten, bir anlamda kendini sağlama aldığına inandıktan sonra cemaatin müttefikliğine de ihtiyacı kalmadı ve böylece hesaplaşmalar da başladı.
Dershane mevzusunda cemaat- iktidar arasında başlayan kavganın ceremesini çekenler, kendilerini cezalandırılmış hissedenler ise öğrenciler ve devlet okullarında alamadıkları eğitimi indirim ve burslarla dershanelere giderek tamamlayabilme şansı olan orta-dar gelir grubunun çocukları oluyor.
Aslında cemaatle AKP arasında, dün devlette ve emniyette kadrolaşma üzerinden, yakın zamanda yargı ve bugün dershaneler üzerinden dönen bu kavgalar ve çekişmelerin, bu derin iktidar mücadelesinin en temel nedeni, toplumun değiştirilip dönüştürülmesi meselesidir. Cemaat gençler üzerinden toplumu dönüştürerek devlet organlarını bütünüyle ele geçirebilme yolunu tercih ederken AKP, tersten başlayarak devlete tam anlamıyla sahip olduktan sonra elindeki bu güçle toplumu istediği gibi değiştirme, dönüştürme yolunda ilerliyor.
Bu anlamda cemaat ve AKP “dindar nesil yetiştirme” üst başlığında ortak bir paydaya erişiyor gibi görünse de AKP aslında kendi yönteminin tam olarak işe yaramadığını da, kendi safına çekemediği toplumun “öteki yarısı”na ve son dönemde kamuoyu yoklamalarının çoğunun söylediği gibi düşen oy oranlarına bakarak görebiliyor. Hatta bu düşen oyları telafi edebilme çabalarını Kürt açılımında, Barzani’nin ziyaretinde de okumak mümkün.
Bu durum onlara, toplumun dönüşümü meselesinde eğitimin önemini göstermekle birlikte bu alandaki eksikliklerini, burayı cemaate bırakmanın aslında doğru bir tutum olmadığını kanıtlıyor… İşte bugünkü kavganın kökleri aslında bu derin gayelere doğru uzanıyor.
Ortalığı birbirine katan dershanelerin kapatılacağı yönündeki açıklamanın ve arkasından yükselen tepkilerin ardından, gazdan ayağı biraz çekip geri vitese geçmek yine Başbakanı’n yardımcılarına düştü. Bülent Arınç’ın, meselenin ailelerin, öğrencilerin ve dershanelerin görüşlerine başvurularak yeni baştan ele alınacağını söylemesiyle birlikte konu bir an için rafa kalkacak gibi olduysa da Erdoğan bir kez daha topu alıp etrafındakileri yine boşa düşürdü ve dershaneler konusunda “geri dönüş yok” dedi.
Zaten Arınç’ın ifade ettiği gibi meselenin doğrudan muhatabı olan tarafların gerçek anlamda fikirlerinin alınacağına inanmak güçtü… Zira eğitim sistemi, “bizden” nesiller yetiştirme gayesiyle parçalanıp kalitesizleştirilirken, içi boşaltılırken, öğrenciler her sene kafaları biraz daha karışarak girdikleri sınavlarda deneme tahtasına dönüşürken kime soruluyor ki? Eğitim dışında da toplumu ilgilendiren hemen hiçbir konuda “Acaba halkın ve uzmanların fikri ve arzusu nedir?” telaşesi içine girmeyen, gece yarısı kararlarıyla yangından mal kaçırmayı âdet edinen iktidar, dershaneler konusunda mı bunun eksikliğini hissedecekti?
Eğitimin içeriği, 4+4+4’ün çarpıklıkları, yanlışlıkları, ülkeyi, sadece bir sonuç olan dershanelere taşıyan ve hatta öğrencileri buralara mahkûm eden eğitim açıkları, dershanelerin gerçek anlamda eğitim sistemi içindeki vasıf, etki ve faydaları, ne de genel anlamda eğitim eşitsizliği…
Eskiden öğretmen, öğrenci ve eğitim kalitesi bakımından devlet okullarıyla özel okullar karşılaştırılamazdı bile. Devlet okullarının saygınlığı da başarısı da fazlaydı. Halbuki bugüne geldiğimizde kalite de, saygınlık da devlet okullarından alınıp; daha yüksek maaş seviyeleri ve daha iyi yaşam standartlarına sahip, geçim sıkıntısından görece az nasibini almış, deneyimli öğretmenlerin eğitim verdiği dershanelere ve özel okullara geçti.
Gelişmiş ülkelerde çocukların kendi yeti ve yetenekleri doğrultusunda nasıl yönlendirildiğini, eğitimin tek işlevinin onları bu alanlarda donatmak, mesleğe ve geleceğe hazırlamak olduğunu ve bu işlevi yerine getirme konusunda sistemin nasıl düzgün işleyebildiğini biliyoruz…
Türkiye’de bugün ortalama eğitim süresi Avrupa’daki gelişmiş ülkelerin yarısı kadar. Almanya’da insanlar ortalama 12 yıl eğitimde kalırken, Türkiye’de bu rakam 3.5-5 yıl arasında değişiyor. Peki neden? Diğer yandan, 1950’den bugüne, sağ iktidarlar döneminde ve bilhassa da AKP iktidarı süresince en çok değişen bakanlık Milli Eğitim. Bunun sebebi nedir?
Bu soruların cevabını net bir biçimde veremezsek bugün yaşananları da tam manasıyla anlayabilmemiz mümkün olmaz.
Merkezi sınav sisteminin başladığı günden bugüne soruların çalındığına ya da dağıtıldığına dair bir duyum almadığımız, hilesiz, şikesiz kaç tane sınav gerçekleştirildi bu ülkede?
Tüm bu konuların hangileri hakkında ve kimlerin görüşüne başvuruldu bu zamana kadar? Kendi görüşleri dışında…
Ne yazık ki Türk siyasetinin ve beraberinde toplumun, değişmesi güç bir kişilik özelliğidir; “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır”.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları