İmamoğlu ile alacakaranlık biter, şafak söker mi? (31 Mart yerel seçimlerinin ardından)

05 Nisan 2024 Cuma

31 Mart yerel seçimlerin ardından Türkiye derin bir nefes alıp, yeni bir sayfa açmıştır.

Bazı bölgelerde 74, bazılarında ise 50 yıldır yönetimde olamayan, yıllarca iktidardan uzak kalan CHP, bu kez yerel yönetimlerde önemli bir zafer elde etmiştir. 

Seçimin kazananının hiç şüphesiz CHP’dir. 

Bu başarı, partiye adanmışlıkla emek veren, başarılarla dolu geçmişi ile seçimler için ciddi bir enerji ortaya koyan Özgür Özel gibi genç politikacıların çabasıyla mümkün olmuştur. Yıllar sonra CHP'yi zaferin sevinciyle buluşturan Özel'in öncülüğündeki bu ekip partiye yeni bir soluk getirmiştir. 

Bu çabaların yanı sıra 31 Mart seçimleri, zorlu ekonomik koşulların, yolsuzlukların, halkın çaresizliğinin, emeklilerin “seyyanen” itirazlarının, sarayın şatafatına karşı protestoların ve konjonktürün etkisiyle de kazanılmıştır. Ta 1994’lerden itibaren, cumhuriyetle, laiklikle, çağdaş değerlerle başlayan bilek güreşinin, atılan naraların, ötekilere karşı aşağılamaların, kötü yönetimin, ülkenin adım adım taşındığı bugünkü halinin neticesi olarak da kazanılmıştır. 

Ekonomi, seçimlerdeki başarının ana belirleyicisi oldu. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılar sandığa yansıyan tepkinin de ana nedenlerinden biri haline geldi. Bu durum, seçmenlerin ekonomik istikrar ve refah arayışının ne kadar hayati olduğunun altını çizmektedir.

Ayrıca seçim kampanyası sürecinde, hükümetin tüm kaynakları ve olanaklarıyla sahada olması, İmamoğlu'nun ise onların karşısında tek başına ve yalnız bir figür olarak algılanması, onun ikinci kez mağdur edilmiş olduğu izlenimini güçlendirmiştir. Bu algı, İmamoğlu'na galibiyeti getiren diğer önemli bir etken olarak öne çıkmıştır. Halk nezdinde İmamoğlu, Erdoğan’a, iktidarın tüm makamlarına, hükümetin gücüne rağmen muzaffer olmayı başaran kişidir. 

CHP'nin bugünkü yerel yönetim başarısında, Kemal Kılıçdaroğlu'nun emeğinin, uzun süren sabrının ve ektiği tohumların da etkisi yadsınamaz. İmamoğlu ve Yavaş gibi isimlerin bünyeye katılması, Kılıçdaroğlu'nun uzlaşmacı ve kapsayıcı liderliğinin bir sonucudur. Bu isimlerin partiyle bütünleşmesi ve bugünün kazanımları, Türkiye'nin sosyolojik yapısının doğru analiz edilmesiyle mümkün olmuştur. Kılıçdaroğlu 6’lı masayı bir araya getirerek milliyetçilerden muhafazakarlara kadar sağ seçmenin CHP'ye oy verebilmesi için iyi bir zemin hazırlamıştır.

Kılıçdaroğlu'nun liderliği döneminde, partinin geniş kitlelere açılmasında oynadığı kritik role hak ettiği saygıyı göstermek,  CHP'nin hem iç bütünlüğünü hem de toplumsal saygınlığını artıracaktır. 

Devleti kuran parti olarak CHP’nin çok uzun yıllardır tek başına iktidar olamamasının temelinde, Cumhuriyet'in temel değerlerine sıkı sıkıya sarılamama, Cumhuriyet mirasını etkin bir şekilde koruyup geliştirememe, halka tepeden bakma, halktan kopuk, seçkinci bir anlayışı benimseme gibi sorunlar ve ahde vefa ilkesindeki yetersizlikler yatmaktadır. 

27 Mayıs ihtilalinden sonra, 1965’e kadar ülke, İsmet İnönü başbakanlığında yönetilmiştir. 1973 genel seçimlerinden itibaren Ecevit liderliğindeki CHP sahneye çıkmıştır. CHP, 1961 Anayasası sonrasındaki seçim sayılmazsa, çok partili döneme geçildiğinden beri ilk kez 1973’te seçim kazanmıştır. Ancak CHP tek başına iktidara gelecek çoğunluğu elde edemediği için Ecevit-Erbakan koalisyon hükümeti kuruldu. 1977’deki seçimde de süreç yine koalisyonla devam etti. 12 Eylül sonrası dönemde ise Erdal İnönü, Süleyman Demirel, Tansu Çiller ve Murat Karayalçın ile devam eden koalisyon deneyimleri, partiye kısa süreli ve büyük tavizlerle gelen yarım yamalak iktidarlar bırakmıştır. Bu durum, CHP'nin öz değerlerini ve düşüncelerini tam anlamıyla ortaya koyamayışına yol açmıştır. 

Cumhuriyet değerlerinin korunması, gelecek nesillere aktarılması ve emeğe saygı, toplumumuzda derin kökleri olan ahde vefa duygusunu besler. Saygı ve büyüme, birey ve toplulukların bu temel ilkelerle ölçüldüğü bir ortamda mümkündür. Bu prensiplere bağlı kalan bir CHP, toplumun takdirini kazanacaktır.

CHP bu süreçte, mirasyedi olmaktan kaçınıp, köklü değişiklikler için özveride bulunarak toplumsal saygınlığını pekiştirecektir. Bu, CHP’yi gelecek için tek başına iktidar olma umudunu daha da yeşerten bir güce dönüşecektir.

Ekrem İmamoğlu’nun bundan sonraki süreçte tüm enerjisiyle İstanbul’a odaklanması çok önemli. 2028 seçimlerinde zafer için gerekli olan kaldırım taşlarını döşeme sürecinde şehrin susuzluk problemini mutlaka gidermesi, insanların trafikteki çilesini sonlandırabilecek ulaşım-metro projeleri hayata geçirmesi, derin yoksullukla mücadele etmesi, çevre sorunları gibi temel meselelerini çözmesi, kültür ve sanat alanında atılımlar yapması ve kent rantlarını halkın lehine çevirmesi kritik öneme sahip.

31 Mart Erdoğan için beklenmedik bir sonuçtu. Üsküdar gibi kendi kalesi sayılan yerleri bile kaybetti. Özellikle sandığa gitmeyen yaklaşık 12-13 milyonluk seçmen kitlesinin büyük bir kısmının AKP tabanından gelmiş olma ihtimali yüksek. Erdoğan ve partisine olan inancın azalışının resmidir bu. Ekrem İmamoğlu'nun Saraçhane’deki mazbata konuşmasında vurguladığı üzere, 31 Mart seçimleri vatandaşların, yönetimdeki sorumsuzluğa bir dur deme çağrısını yansıtmıştır. "Ülkeyi doğru düzgün yönetin" talebiyle birlikte, önümüzdeki dönemde, çöküşe sebep olanların, çözüm üretme kapasiteleri de test edilecektir.

1 Nisan sabahı doların düşmesi ve sonraki günlerde de düşüş eğilimini sürdürmesi ve borsanın yükselmesiyle birlikte seçim sonuçlarının uluslararası piyasalara "yapısal programların uygulanacağı" ve "2028'e hazırlık yapılacağı" yönünde güçlü bir mesaj verdiği, enflasyonun düşeceğine yönelik bir hissiyat aşıladığı görülmektedir.

Halkın geçim sıkıntısıyla boğuştuğu, tasarruf yapma imkanının giderek azaldığı bir dönemin içindeyiz. Devletin de benzer bir durumda olduğu göz önünde bulundurulduğunda, ekonomik dönüşüm için acil finansal kaynağa ihtiyaç duyulduğu ortadadır. Bu nedenle, gözler uluslararası piyasalara çevrilmekte ve bu zorunluluk, Türkiye'nin ekonomik geleceği için kritik bir dönemeç olarak önümüzde durmaktadır.

SEÇİM SARHOŞLUĞUNA KAPILMADAN…

31 Mart akşamı insanlar zaferin yıllardır unuttukları coşkusunu nasıl yaşayacaklarını bilemedi. Yılların hasreti sona erdiğinde CHP seçmeninin adeta zafer dansını yeniden öğrenmesi gerekti… CHP’ye düşen, bu mutluluğun kıymetini bilerek, zafer sarhoşluğuna kapılmadan, vakarlı, insanca ve efendi bir duruş sergilenmektir. Halk, bu seçimde yöneticilere büyük bir güven kredisi açmıştır ve bu güvenin karşılığını bekleyecektir. 

Aksi takdirde, zaferin yükü gelecekte bir günah olarak kendilerine dönebilir.

Yerel seçimlerde elde edilen başarı, beraberinde büyük bir sorumluluk da getiriyor. 

Seçilen yerel yöneticilerin, şeffaflık ve samimiyetle hareket ederek, halkın günlük ihtiyaçlarına duyarlı ve gerçekçi bir şekilde yanıt vermeleri beklenmektedir. Bu bağlamda, seçim zaferiyle elde edilen imkanlar, siyasetin finansmanının ötesine geçerek, halkın finansmanı için de akılcı bir şekilde kullanılmalıdır. Yöneticiler, geçmişte AKP yönetimlerinin izlediği yollardan kaçınarak, halkın günlük yaşamına dokunacak samimi ve sahici çözümler sunmalıdır. 

Yine İmamoğlu’nun Saraçhane’de yaptığı konuşmada da altını çizdiği üzere, bu seçimlerle birlikte, CHP yönetimindeki belediyeler ülke yüzölçümünün değil ama nüfusunun ve ekonomik gücünün büyük bir kısmını temsil eder hale gelmiştir. CHP’nin zafer kazandığı bölgeler Türkiye nüfusunun %74’üne, ülke ekonomisinin ise %85’ine karşılık geliyor. Bu gerçek bundan sonraki süreçte, yerel yönetimlerin ülkenin kalkınmasındaki rolünü önemli ölçüde artırıyor.

Son olarak; CHP’nin, 31 Mart seçimlerinde elde ettiği sonuçları doğru ve derinlemesine analiz etmesi, geleceğe yönelik adımlarını sağlam bir zemin üzerine kurması açısından hayati önem taşımaktadır. Adaylarla ilgili performans farklılıklarının, stratejik planlamalar için değerli veriler sunabileceği unutulmamalıdır.

Zira CHP’den aday gösterilen isimlerden kimi, aday gösteriledikleri bölgede  partinin oy oranını %20'lerden %50’lere çıkararak seçimi kazandı, kimi %40’lardan 30’ların altına düşürerek seçilemedi. Bu noktada İzmir’in, bir önceki seçimlerde aldığı yüzde 63’lük oy oranının bu seçimde 53’e düştüğünü de belirtmeden geçemeyiz. CHP İzmir’de kazandı kazanmasına ancak, İzmir gibi CHP’nin kalesi olan bir şehirde (üstelik ülkenin büyük bir kısmında CHP oyları artarken) oylardaki düşüşün, Tunç Soyer’in yeniden aday gösterilmemesiyle bağlantısını iyi okumak gerekir. 

Yine Hatay’daki sonuçlar da üzücü olmuştur. Hatay'da, yalnızca %0.43'lük bir farkla (AKP: % 44.48, CHP: % 44.05) kaybedilen seçim, CHP yönetiminin stratejik hatalarının ve aday belirleme sürecindeki kararsızlıklarının, gelgitlerinin ağır sonuçlar doğurduğunun göstergesidir. Bu, kazanılması mümkün bir yarışın, yönetimsel hatalar nedeniyle elden kaçırıldığını ortaya koymaktadır.

Tüm bu sonuçların detaylı bir analizi, gelecekteki stratejilerin belirlenmesi için kritik öneme sahip olacaktır. 

Seçim süreci boyunca doğru hamlelerin yanı sıra Hatay meselesinde olduğu gibi bazı yanlış kararlar da verilmiştir. Elbette, kusursuz bir strateji izlemek her zaman mümkün değildir. 31 Mart seçimleri, hataların ve büyük başarıların, zorlukların ve zaferin somut bir kompozisyonu olarak geride kalmıştır. 

En nihayetinde CHP için doğru rotada ilerlendiğinin en güçlü kanıtı, Türkiye'nin nüfusunun %74'ünü barındıran kentlerde kazanılan büyük zaferdir.

HIZLANMA ZAMANI!

Yerel yönetimleri CHP kazandı. Meclis üyeliklerinin çoğunluğunu da ele geçirdi. Bundan sonra “meclisten geçiremedim” gibi bir problemleri kalmadı. 

Ancak, merkezi hükümetin, yerel yönetimlerin imar ve yatırım yetkileri üzerindeki ağır vesayeti, bu belediyelerin başarı potansiyelini sınırlıyor. AKP ve Erdoğan'ın, özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) örneğinde gördüğümüz gibi, bu vesayeti daha da artırma ihtimali, yerel yönetimlerin etkinliğine büyük bir darbe vurabilir.

Erdoğan ve merkezi hükümet, bahane üretmekten vazgeçip, yerel yönetim yetkilerini iade etmelidir. Yerel yönetimlerin karar alma özgürlüğünü kısıtlayan engelleri ortadan kaldırmalıdır.

Bu, sadece yerel yönetimlerin başarısı için değil, aynı zamanda demokratik ilkelere ve halkın iradesine saygının bir gereği olarak da önemlidir. Eğer gerçek bir kalkınma ve ilerleme isteniyorsa, yerel yönetimlerin eli güçlendirilmeli, vesayet politikaları sona erdirilmelidir. Aksi takdirde bu engeller sadece yerel yönetimlerin değil, tüm ülkenin potansiyelini kısıtlayacaktır.

CHP yönetimi artık yerelden ulusala doğru harekete geçmiştir ve 31 Mart seçimleri göstermiştir ki bu yolda onları “yavaşlatmaya” çalışmak onları sadece hızlandırmaktadır! 

KAYBEDENLER KULÜBÜ

Seçimi CHP kazandı. Peki kaybeden taraf olan AKP ve Erdoğan bundan sonra ne yapar? 

AK Parti'nin kaybının altında, çoğulculuğunu ve içerideki farklı sesleri yitirmesi yatıyor. Erdoğan, farklı düşünen veya liderlik potansiyeli taşıyan herkesi kenara itmiş, partiyi, tek bir ses olarak sadece ve daima “Evet efendim” diyenlerle doldurmuştur. Bu durum, kendi tabanı tarafından da artık net bir şekilde görülmektedir. Başlangıçta devletin ağır yükünden kurtulmak, yoksullukla, yolsuzluklarla ve yasaklarla mücadele etmek için yola çıktığını söyleyen AKP, zamanla tam da bu sorunların kucağına düşmüş, mücadele edeceğini söyleyeceği eylemlerin faili haline gelmiştir. Alternatif sesler “bertaraf” edilmiştir. Parti, çoğulcu sesini tamamen yitirmiştir. Eğer AK Parti, kuruluşundaki temel değerlere ve 2002'deki başlangıç çizgisine dönmezse, güneşin altında eriyip giden buz gibi tarihin tozlu sayfalarına karışabilir.

Dolayısıyla seçim sonuçlarının ardından AKP'nin rotasını nasıl çizeceği, siyasi kulislerde merak edilen konuların başında geliyor. 

Özellikle ekonomi politikalarının baş mimarı Mehmet Şimşek'in durumu, bu dönemde kritik bir öneme sahip. Erdoğan, yaşanan ekonomik sıkıntıların faturasını Şimşek'e kestiği taktirde işler karışır…

Şimşek’in, sıkı para politikası, emeklilere yapılması gereken zamların ertelenmesi, doların kontrol altında tutulması ve faiz oranlarının yükseltilmesi gibi ekonomik dengeleri tutturmayı amaçlayan fakat halk nezdinde “kemer sıkan” kararları, halkın memnuniyetsizliğini artıran en önemli etkenler arasında yer aldı.

Ancak Mehmet Şimşek’in görevden alınması halinde ekonomik istikrarın daha da bozulacağı, dolar ve faiz oranlarının kontrolden çıkacağı aşikar. Bu, Türkiye'yi ekonomik olarak daha zor bir döneme sokabilir. 

(Burada insanın aklına ister istemez akrep ile kurbağanın hikayesi geliyor: Akrep, suyun karşısına geçmek için kurbağanın yardımını ister; kurbağa önce tereddüt etse de, akrep onu ikna eder. Ancak suyun ortasında akrep, doğasına uyarak kurbağayı sokar ve her ikisi de sonuçların ağırlığı altında kalır.)

Enflasyonun kontrol altına alınacağına dair uluslararası finans kuruluşlarına verilen sözler, içeride verilen taahhütler, Şimşek'in görevde kalmasını zorunlu kılıyor. Olay bu kez Erdoğan'ın kişisel his ve tercihlerine kalmayacak gibi… 2028 seçimleri ve ekonomik istikrarın sağlanması için Şimşek’in koltuğunda kalması ve sıkı para politikalarının sürdürülmesi kaçınılmaz görünüyor.

VAN’DAKİ MAZBATA KRİZİ

Seçimlerde yüzde 55.7 oy alarak büyükşehir belediye başkanı seçilen DEM Partili eş başkan Abdullah Zeydan'ın yerine, Adalet Bakanlığı’nın, seçime iki gün kala, seçilme yeterliliğinin olmadığı iddiasıyla yaptığı itiraz üzerine, yüzde 27 oy alan AK Parti adayı Abdulahat Arvas belediye başkanı olarak belirlenmişti.  

Bu hareket haklı olarak, kayyum atamanın yeni bir versiyonu olarak değerlendirilmişti. 

DEM Parti bu kararı YSK’ya taşıdı. 

Neyse ki YSK, Van’da halkın tepkisinin, sert protestolarının da etkisiyle boyun eğmiş, geri adım atmış, DEM Parti'nin itirazını kabul ederek mazbatanın Abdullah Zeydan'a verilmesine hükmetmiştir.

Tüm bu yaşananlarla ilgili birçok yanlış vardı elbette. Abdullah Zeydan’ın memnu haklarından yararlanması için 3 yıllık bir süreye ihtiyaç olmasına rağmen mahkemeden bu haklarını kullanabilir diye karar çıkartabilmesi, seçime ik gün kala yapılan itiraz, Seçim Kurulu'nun ikinci sıradaki adaya görevlendirme yapması… Halbuki bu kararı verecek olan Yargıtay olmalıydı. Ya da seçimler iptali edilmeliydi. 

Gelinen noktada, meclis çoğunluğunun DEM'de olması nedeniyle, seçilen başkanın görevden alınması durumunda, büyük ihtimalle belediye meclisinin kendi içinden yeni bir başkan seçmesi veya seçimlerin yenilenmesi kararı alınabilir. 

Ancak bu sürecin sonunda asıl önemli olan, demokratik dayanıklılığın ve halk iradesinin, her türlü engeli aşarak yolunu bulabilmesidir. 31 Mart seçimleriyle birlikte, dünyadaki genel eğilimin aksine, Türkiye'de gerçekten demokrasinin kazanmaya başladığının resmidir belki de, kim bilir…

Sadık ÇELİK

[email protected]



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları