Rüşvet ve Yolsuzluk Meselesi Değil Sadece

18 Ocak 2014 Cumartesi

Rüşvet en kadim insanlık ayıplarından biridir ve ne yazık ki üzerinde yaşadığımız topraklardaki varlığı derindir. Çok eski tarihlere dayanan ağırlığıyla en çok küp dolduran günahlardan biridir. Deyişlerimiz bile var rüşvet temalı; rüşvet kapıdan girince iman bacadan çıkar, gibi örneğin. Zaten bu nedenle imanla rüşvetin yan yana çıktığı fotoğraflar samimiyetten uzak duruyor ya bugün
Rüşvet tutan ellerin hiçbir zaman gerçek anlamda ne vatana ne millete ne de imana yararının dokunmayacağını, hangi güç ve mevkide olursa olsun o kişilerin yalnızca bireysel menfaatlarına odaklanabileceklerini bilmek ve tahmin etmek için kâhin olmaya ne hacet.
İktidarın bugün, devlet içine çöreklendiklerini ilan ettikleri bir tür paralel yapıya, diğer bir deyişle bir zamanlar aralarından su sızmayan Haşhaşilere karşı açtığı savaşı seyrediyoruz.
Tarihteki ilk suikastçılar olarak kabul edilen ve hatta batı dillerinde suikast anlamına gelen sözcüğün kökenini oluşturan Haşhaşilerin bugün yeniden tezahür ettiğini dile getirdikleri varlığını, kurmaya giriştikleri bir başka tür örgütle ortadan kaldırmaya çalışıyorlar. Cemaatçi yargının yerine “rozetli yargıyı” getirmeye… Bu uğurda eşi benzeri görülmemiş, başta savcılar ve emniyet mensupları olmak üzere “görevini yapanları” “görevden alma” rekoruna imza atan, hatta öyle ki görevden aldıklarının yerine getirdiklerini de görevden alan, ne basın ne ifade özgürlüğü tanımayan, interneti son hız sansürlemeye girişen bir zihniyet
Aslında Deniz Feneri’nden itibaren örneklerini gördük, görüyoruz. “Beğenmedikleri” savcıları kolaylıkla görevden alıyor, sürüyor, haklarında soruşturmalar açıyorlar. Herkesi darbeci ilan ediyor, önlerine gelene “haddini bildiriyorlar” ki bir daha hiçbir savcı, hiçbir emniyet görevlisi ne rüşvetçilere, ne hırsızlara, ne de ülke sınırları içinde kol gezen dinci terör örgütlerine dokunamayacak duruma gelsin.
İşin en can yakıcı tarafı ise tüm bu yaptıkları, toplumun belirli kısımları ve bilhassa kendi kitleleri tarafından demokrasi mücadelesi olarak algılandığı için takdir görüyorlar.
Halbuki bir tür yap-boz oyunu bu. Hem yapan hem de bozan kendileri. Yerine yeniden kurmak istedikleri düzenden ise demokrasi çıkması mümkün değil. Yargıyı siyasallaştırmaktan öteye gidemeyecek, dolayısıyla ülkenin böğrüne yeni hançerler saplayacak bir başka adım.
Milletin değişmez bir yazgısı olarak yaşadığı hırsızlıkların, yolsuzlukların üzerinin örtülmeye çalışılması klasiğinin bu iktidar tarafından da aynen uygulandığına şahit oluyoruz. Ve bu durum onların aslında farklı değil, bilakis “herkes gibi” olduklarını Gezi olaylarından sonra bize net bir biçimde ikinci kez kanıtlıyor. Ayrıca bu “yolsuzluğu kamufle” girişimlerinin üstüne bir de buradan mağduriyet çıkarabilmeleri, dilinden düşürmedikleri mazlum edebiyatı sayesinde kat ettikleri ekstra yol da cabası. Fakat bu yol ne demokrasi yoludur, ne hukuk ne de insan hakları yoludur; bu yol yol değildir. Bu yol demokrasiyi de, bu yol özgürlükleri de, bu yol hukuku da, adaleti de, vicdanları da, olan biteni “çözüm sürecine yönelik bir darbe girişimi” olarak yorumlayan Öcalan’ı da, İmralı’yı da, çözüm sürecini ve diğer tüm süreçleri de baltalayacak bir yoldur.
Yalnızca kendi çıkar ve menfaat pencerelerinden bakıp hep karşı tarafa ayar veriyorlar. Kimse dönüp aynaya bakmıyor, bakamıyor. Suç hep karşı tarafın nasıl olsa. Hırsızın hiç günahı yok. Hatta ev sahibinin bile yok. Eğer olsaydı, evleri, barkları, memleketleri soyulan bunca insan hırsıza hâlâ prim verir miydi? Ama veriyorlar, muhtemelen yine verecekler.
Burası tuhaf ve karmaşık bir coğrafya. Eksikliklerimiz, fazlalıklarımız, tarihsel başarılarımız ve başarısızlıklarımız, toplumsal egomuz ve komplekslerimiz hep iç içe girmiş. İyi de biziz kötü de, otokrasi de bizim olmuş demokrasi de; hırsızlık yapanların elini de kesmişiz, “bal tutan parmağını yalar” da demişiz.
Ve sonuçta hep “kendimize en çok benzeyenleri” yönetici diye seçmişiz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları