Şahin Aybek

Dünyada ücretli öğretmenin yerine ücretli öğretmen çalıştıran trajikomik ülke hangisi?

04 Eylül 2022 Pazar

Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Öğretim Üyesi Yusuf Kızıltaş ile eğitimimizin güncel ve teorik sorunlarını konuştuk.

“Öğretmenlik uzmanlık mesleğidir ve öğretmenlik bölümleri belirli sıralamayı aşan öğrencileri almalıdır. Unutulmamalıdır ki sosyal medyada takipçi toplamak ve beğeni almak uğruna her şeyi meşru gören fenomen öğretmenlik, selfitis, ego sörfü gibi dijital hastalıkları özünde barındıran bir başka dijital hastalıktır.”

“Akademik başarıyı öğrencilerin hayatlarının merkezine oturttuğumuz için karakter ve değer eğitimi de eksik kalıyor. Hormonlu not ve özel okullar sorunu. Ortaöğretimlerde daha yoğun olmak üzere, söz konusu kademenin son sınıflarında öğrenciler not ortalamalarını yükseltmek için özel okullara yöneliyorlar. Köy okullarında aşırı bir öğretmen hareketliliği var. Doğudaki köy okullarında çok sayıda ücretli öğretmen de var.”

Eğitimimizin birçok sorunu vardır. Ancak özellikle güncel ve önemli sorunların daha büyük önem teşkil ettiği söylenebilir. Dolayısıyla bu sorunlar konusunda farkındalığın artırılması ve çözümlerin üretilmesi elzemdir. Bu sorunlar bağlamında neler düşünüyorsunuz?

Şüphesiz eğitime dair sorunlarımızı ve bu sorunlara yönelik çözümleri tartışmak zaman ister. Biz, eğitimin sorunlarını yapısal ve işlevsel diye iki başlık altında değerlendirebiliriz. Burada saha boyutunu yani işleve dayalı yönünü öncelikle biraz tartışmalıyız. Bu hususlardan bir tanesi öğretmenlik kariyer ve yetiştirme sistemi… Güncel ve önemli bir sorun. Ben, öğretmenlerin nitelikli, alanlara göre ayrılmış yazılı bir sınavla uzman-başöğretmen olmalarını destekleyen biriydim. Ama şimdi farklı alternatifleri düşünmemiz gerektiğini görüyorum. Uzman-başöğretmenlik sınav sürecinde paylaşılan videolar, bu sınavın etkililiğini ve güvenirliğini öğretmenler nezdinde tartışmalı hale getirmiştir. Esasında öğretmenlik kariyer sürecini ilk etapta ve ciddi düzeyde tartışmalı hale getiren sınav değil de videolar oldu. Süreci iyi ve adil okumak gerekir. Öğretmenlik meslek kanunu çıkarıldığında bu sınavın olacağı aylar öncesinde zaten belliydi. Ancak bu kadar ciddi ve yoğun bir tepki yoktu. Yaz tatillerine denk getirilen programın etkililiği ve verimliliği aslında videolardan sonra tartışılmaya başlandı. Daha sonra öğretmenlerimiz ‘bu iş böyle olmaz’ demeye ve ardından sınava itiraz etmeye başladılar ki haklıydılar. Sonra bu süreç sınavın istenmemesine evrildi. Pandemi sürecinde büyük bir fedakârlık gösteren öğretmenlerimiz açıkçası bu süreçte çok yıprandılar. Öğretmenlerimizin çoğunluğunun talebi kıdeme dayalı unvanın verilmesidir. Peki, sadece kıdeme dayalı uzman-başöğretmenlik ne kadar doğru? Bunu şundan dolayı soruyorum: Bakanlık, öğretmenin kendisini geliştirmek amacıyla çıktığı bu yolda o zaman amacından vazgeçmiş olmaz mı? Daha doğrusu bakanlık, öğretmenin kendisini geliştirmesini o halde nasıl sağlayacak? Kendisini geliştiren, güncelleyen, okuyan, lisansüstü eğitim yapan öğretmenlerle sadece dersine girip çıkan öğretmenin ikisine de uzman/başöğretmenliği sadece kıdeme göre vermek ne kadar adil, bunu da iyi düşünmeliyiz. Bu soruların tamamı önümüzdeki günlerde yanıt bulacaktır. Hepimiz bakanlığın bu anlamdaki yeni yol haritasını göreceğiz. Ben bakanımızın bu konuda samimi olduğunu düşünüyorum. Samimiyet varsa öneriler ve eleştiriler dikkate alınacaktır. Ancak eğer bu uygulama, ‘iddia edildiği’ gibi öğretmenlere verilecek zammı koşula bağlamak içinse maaşlar ivedilikle iyileştirilmelidir. Ki zaten iyileştirilmesi gerekiyordu. Tabi şunu da sormamız lazım: İstenen aslında sadece kıdeme dayalı bir unvan mı yoksa o unvanla gelecek maddi iyileştirmeler mi? Öte yandan, öğretmenin gerçekten kendini geliştirmesi için kariyer basamakları getirilmişse, bu sürecin baştan sonra revize edilmesi gerekir. Ezcümle; madem uzman-başöğretmenlik bu kadar tepkiler aldı ve sadece kıdeme dayalı olacaksa, o zaman bu unvanlar sınavla birlikte tamamen kaldırılmalıdır. Sırf tepkilerden dolayı mı? Hayır! Maaşlarda da iyileştirmeler yapılmalıdır. Buna mukabil, lisansüstü eğitim yapan öğretmenlere de hâlihazırda ek dersle verilen destek önemli oranda artırılmalıdır. Öğretmenlerimizin lisansüstü eğitim yapmaları için YÖK ile MEB arasında protokoller yapılarak isteyen her öğretmenin (bazı sınav koşulları olmalı) bu eğitimi alması sağlanmalıdır.  Bu şekilde, isteyen öğretmenlerin kişisel gelişimi de desteklenmiş olunur.

Öğretmen yetiştirmenin de güncel bir sorun olduğunu ifade ettiniz. Bu konuda neyi doğru yapıyoruz ya da nerede yanlış yapıyoruz?

Evet, öğretmen yetiştirme sistemini de mercek altına almamız gerekir. Öğretmen istihdam politikamızın evvela gözden geçirilmesi gerekir. Geçmişte ne zaman atama yapılacağı belliydi oysa bugün belirsizlik var. Öğretmen istihdam politikasının önemli ayaklarından birisini düzenli bir atama takvimi oluşturmaktadır. Her geçen gün atama bekleyen öğretmen sayısı artmaktadır. Bazı branşlarda neredeyse öğretmen alımı yapılmıyor ama bu bölümler yine önemli oranda mezun veriyor. Eğitim fakültelerinde ciddi manada kontenjanlar azaltılmalıdır. Öğretmenlik uzmanlık mesleğidir ve öğretmenlik bölümleri belirli sıralamayı aşan öğrencileri almalıdır. Aynı şekilde pedagojik formasyon eğitiminin de uzun vadede atama bekleyen öğretmen sayısını artıracağından bu uygulamanın yarattığı sonuçlar tartışılmalıdır. Ayrıca eğitim fakültelerindeki birçok bölümlerde, alan dışı öğretim üyesi alımlarının durdurulması nitelikli öğretmen yetiştirme sürecini sabote eden bir faktörü bertaraf etmeyi sağlayacaktır. Bu, sadece bugünün sorunu değildir. Uzun yıllardır bu sorun var. Ancak bu sorun bugünden itibaren çözüme kavuşturulmaya başlanmalıdır. Çünkü bir anda çözülecek bir sorun değil. Söz gelimi sınıf eğitimi bölümüne bakıyorsunuz, sınıf öğretmenliği ile uzaktan yakından ilgisi olmayan akademisyenler sınıf öğretmeni yetiştiriyor. Bölümle ilgisi olmayan akademisyenler kendi alanlarına yönlendirilmelidir. Ayrıca bölümle ilgisi olmayan akademisyenler kadroları işgal edince, teknik olarak bölümün yüksek lisans/doktora programını da açamıyorsunuz. Atanmış öğretmen de haliyle lisansüstü eğitim uğruna bulunduğu şehri terk etmek zorunda kalıyor ya da kendisini geliştiremiyor. Öte yandan fakültelerin son sınıflarında okuyan öğretmen adaylarımız, ortaöğretim son sınıfta okuyan öğrencilerimiz gibi dersleri bırakıp sınava odaklanıyorlar. Bu da son sınıflardaki devamlılığı, derslerin akışını, öğretimin kalitesini tartışılır hale getiriyor. Bunun da çözüme kavuşturulması lazım. En önemlisi de ne biliyor musunuz? Öğretmen adaylarımıza fakültelerde verilen içeriklerin çoğunun sahada karşılığı yok. Biz öğretmen adaylarımızı adeta sınava hazırlıyoruz mesleğe ya da sahaya değil. Öğretmen adaylarımızın kaygısı saha değil de KPSS oluyor. Öğretmenlerin lisansta görmedikleri ama sahada karşılaşacakları yüzlerce başlık yazabilirim size ki bunu bir kitapta topladım. Öğretmenlik uygulaması (staj) dersinde de önemli bir sorun var. Örneğin okulöncesi ve özellikle de sınıf öğretmenlerinin çoğunluğu kırsaldaki okullara atanıyor. Ancak öğretmen adayları şehrin en gözde okullarında staj yapıyorlar. Sonra da köye atanınca hayal kırıklığı kaçınılmaz oluyor. Kısacası öğretmen yetiştirme sistemimizde de önemli sorunlar var. Ama hepsi de kısa vadede çözüme kavuşturulabilecek sorunlar.

Sizin özellikle de sosyal medya üzerinden fenomen öğretmenlerle ilgili tepkilerinizi biliyoruz. Bunun ciddi anlamda mücadelesini veriyorsunuz. Çocuk haklarının ihlali, çocuk istismarı, pedofili bağlamında bu konuda ciddi uyarılarda bulunuyorsunuz. Eğitimimizin bu yeni ve önemli sorunu hakkındaki düşünceleriniz nedir? Burada herkesin göremediği sorunlar nedir?

Bazı öğretmenlerimiz pedagojik özelliği olan dijital içerikler üretiyorlar ve sosyal medya hesaplarında paylaşıyorlar. Bunda bir sakınca görmüyorum. Ancak öğretmenin, sınıf içinde kamerayı hangi amaçla ve nasıl kullandığı önemlidir. O yüzden her içerik paylaşan fenomen öğretmen değildir. Fenomen öğretmenlere gelecek olursak… Öncelikle şunu diyeyim ki öğretmenden fenomen olmaz, olmamalı da. Derdi fenomen olanın da yeri sınıf değil podyum olmalıdır. Bu öğretmenlere literatürde mikro ünlü deniliyor. Yani kısa yoldan ünlü olmak. Araştırmalar, bu kişilerin zamanla marka elçisine dönüştüğünü ve markaların reklamları üzerinden paralar kazandıklarını bize anlatıyor. Böylece sanal bir kariyer yapma süreci başlıyor. Zamanla öğrenciler birer dekor ve kameraman oluyor, sınıflar/okul koridorları podyuma dönüşüyor. Öğretmen ise onları kullanan, istismar eden ve onlar üzerinden rant elde eden bir tüccara… Bakıyorsunuz birisi ilkokul öğrencilerinin saçlarına derste fön çekiyor, birisi sınıfta sürekli halay çektiriyor, diğeri sürekli mizah videoları çekip yeşilçam oyuncularının seslerini öğrencilere monte ediyor. Allah aşkınıza bunun eğitimle, pedagoji ile alakası nedir? Böyle bir iletişim tarzı olabilir mi! Bu, düpedüz çocuk hakları ihlalidir.  Bir diğeri öğrencilerin şivesi ile alay ediyor, çekimlerinin uzaktan yakından pedagoji ile zaten ilgisi yok ve bunların hepsini mizah diye sunuyor. Fenomen öğretmenlerin, paylaştıkları kız öğrencileri özellikle takip eden pedofili sayfalarını tespit ettik. Bu videoların caps sayfalarına düştüğünü artık herkes biliyor. Öğretmenler, bu işin sanal stajını da ağırlıklı doğuda yapıyorlar. Bu da ilginçtir. Bunun nedenleri var ve ayrıca tartışılabilir. Profesyonelce video çeken fenomenler, öğrencilerle hangi ara ders işliyor? Bu işin montajı, provası, tekrarı var. Bu çekimleri ağırlıklı olarak öğrenciler yapıyor! Ders işlemeye zaman mı kalır? Fenomen öğretmenlerin sınıfları ne durumda? Fenomenler, valilik iznine tabi olan okullara yardımları neye göre, nasıl topluyorlar ve burada nasıl bir para trafiği dönüyor? Neden her köy okuluna değil de bu öğretmenlerin okullarına özellikle yardımlar gönderiliyor? Köydeki velilerin sosyoekonomik koşulları bellidir. Her hafta öğrencileri bir yerlere götürmenin maliyetini kim karşılıyor? Kimse kimseyi kandırmasın. Hiçbir öğretmen hele de bu ekonomik koşullarda tüm maaşını her ay öğrencilere harcamaz. Ayrıca fenomen öğretmenler, bunları haber/reklam yapıyorlar.  657 sayılı DMK’ya mensup bir memur oldukları için istedikleri zaman istedikleri basın organına röportaj vermeleri konusunda yazılı izinler alıyorlar mı? Bu soruların yanıtlarını sorgulayan her öğretmen bu işin istismar boyutu ile yüzleşecektir. Her şey bir çocuğu istismar etmekle başlıyor! Ve bu uğurda her şey meşru ve mubah oluyor… Unutulmamalıdır ki sosyal medyada takipçi toplamak ve beğeni almak uğruna her şeyi meşru gören fenomen öğretmenlik, selfitis, ego sörfü gibi dijital hastalıkları özünde barındıran bir başka dijital hastalıktır. Araştırmalar zaten bu kişilerin dijital narsist olduklarını, ilgi çekmek, beğenilmek konusundaki maharetlerini sıralıyor. Alfie Kohn’a göre narsisizmin üç boyutu var. Bunlardan biri patolojiktir. Yani istismarcılık ve böbürlenme. Fenomen öğretmenlerde tam da bu belirtiler vardır. Bu arada, fenomen öğretmenler paylaşımlar için veli izni alarak bu işten sıyrıldığını sanıyorlar. Veliye imzalatılan aydınlatma metninde bu işin riskleri anlatılmıyor. Yani hem veli hem de öğrenci istismar ediliyor. Oysa veli ve çocuk işin varacağı boyutu kavramayabilir. Bu da uzun vadede çocukların, o paylaşımlardan rahatsızlık duyacağını ve suç duyurusunda bulunacağını bizlere söylüyor. Bunu hem ülkemizdeki hukukçular hem de araştırmalar dile getiriyor. Bununla ilgili Avrupa’da emsaller var. Kişisel verileri koruma konunu, çocuk hakları sözleşmesi ve TKC’da bununla ilgili hükümler vardır ve açıktır. Fenomen öğretmenler yavaş yavaş cezalar almaya başladılar. Bunun devamı gelecektir. Öğrencileri istismar ederek popüler olmaya çalışan bu kişilere karşı bakanlığımızın, 2017/12 sayılı yönergeyi daha da kapsamlı hale getirerek radikal tedbirler almalıdır. Bakanlığımızın bu sorunu tamamen bitirmesini diliyoruz. Özellikle bu öğretmenlerin sınıfta ve okulda video çekimleri tamamen yasaklanmalıdır. Öğrenciyi güldürelim, eğlendirelim, onlarla oynayalım ama istismar ederek değil. Benzer şekilde istismarı, etkinlik diye kamufle edip ders işlemeyi unutup ve sınıfları enkaz olarak bırakmayı sağlayarak da değil.

Siz yıllarca milli eğitimde öğretmenlik ve müdürlük de yaptınız. Şimdi akademisyensiniz. Aslında iki kurumu da karşılaştırmak konusunda deneyimleriniz var. Bu deneyimleriniz bağlamında yazdığınız bilimsel bir makale ile orantısız öğretmen hareketliliği diye bir kavram ortaya attınız. Orantısız öğretmen hareketliliğini öğretmen sirkülasyonundan farkı nedir ve nasıl bir sorun, sonuç teşkil ediyor? Eğitim sorunlarının neresindedir?

Bu sorun, eğitimin kanayan yaralarından biridir. Öğretmen sirkülasyonu rutin bir takvime bağlı, meşru gerekçelere dayalı yapılan bir öğretmen hareketliliğidir. Sirkülasyon en fazla doğudan batıya doğru gerçekleşiyor. Öğretmen sirkülasyonu, orantısız öğretmen hareketliliği içindeki faktörlerden sadece bir tanesidir. Yani işin başka boyutları ve kalıcı hasarlara yol açan sorunları var. Siz doğuya özellikle de kırsal bölgelerine öğretmen atıyorsunuz. Öğretmenimiz oraya isteyerek ve 41. maddeyi tercihlerinde seçerek gidiyor. Kırsaldaki okullara atanan bazı öğretmenler okulu beğenmiyor, ulaşımın kendilerini zorladığını söylüyor ya da ben burada yapamam deyip başka bir bahane ile oradan merkeze çekilmenin uğraşına giriyor. İl içi görevlendirme dediğimiz uygulama ile öğretmenin o okuldan merkeze çekilmesi sözüm ona meşru bir neden üzerine temellendiriliyor. O öğretmen merkeze çekilince, merkezdeki ücretli öğretmenin görevine son veriliyor.  Öte yandan merkeze çekilen öğretmenin geride bıraktığı sınıfa da bir ücretli öğretmen görevlendiriliyor. Şu noktaya kadar bir öğretmen iki ücretli öğretmene mal oldu diyebilir miyiz? Evet. Ancak bununla sınırlı kalmıyor. Asıl sorun şimdi başlıyor. Köy okuluna görevlendirilen ücretli öğretmen zamanla ulaşım ücretlerine bakıyor, harcadığı enerjiye/emeğe bakıyor ve diyor ki çalıştığıma değmez (literatürde buna aptal puma sendromu deniliyor). Birçoğu da KPSS çalışma bahanesi ile keyfi bir şekilde istifa edebiliyor. Ardından bu ücretli öğretmenin yerine yeni bir ücretli öğretmen ataması yapılıyor. Ancak yeni gelecek ücretli öğretmen de genelde eğitim fakültesi mezunu olmuyor. En iyi ihtimalle fen edebiyat, en kötü ihtimalle de yüksekokul mezunu oluyor. Bir bakıyorsunuz ki merkeze çekilen o öğretmenden sonra geride kalan sınıf bir yılda en 4-5 öğretmen değişiyor. Merkeze çekilen öğretmenin de önümüzdeki yıl yine görevlendirme yapacağını düşünün. Söz konusu öğretmen merkezdeki aynı okula gidemeyeceği için yeni bir okul ve o okulda başka bir ücretli öğretmenin görevinin sona erdirilmesi süreci tekrarlanıyor. İşte burada orantısız bir öğretmen hareketliliği ortaya çıkıyor. Peki öğrenciye faturası ne oluyor? İnanın buraya yazarsam kan donduran sonuçlarla yüzleşiriz. Bu sonuçlar, ilgili makalemde var. Orantısız öğretmen hareketliliğinde il içi görevlendirme, ücretli öğretmenlik büyük bir sorundur. Tabi bir de il dışı görevlendirme var. Kısacası öğretmen, kadrosunun bulunduğu okulda olmuyor. Doğuda yıllardır ulusal ve uluslararası sınavlarda yaşanan başarısızlığım en büyük nedeni bu hareketliliktir. Yine o yüzden erken okul terki bu bölgelerde en fazladır. Sürekli öğretmen değişen sınıfa veli çocuğunu göndermiyor. Erkek, sigortasız ya da mevsimlik çocuk işçi oluyor kız ise çocuk gelin. Bu sorunların en büyük nedenlerinden biri de orantısız öğretmen hareketliliğidir. Öte yandan il içi görevlendirmelerin sayısı kamuoyu ile paylaşılmıyor.  Bu da önemli bir sorundur. Bu sorun bağlamında çözümler bellidir: Meşru gerekçelere dayalı olmayan il içi görevlendirmeler yapılmamalıdır. Doğudaki öğretmenler için kapsamlı bir teşvik modeli getirilmelidir. 

Şunu da eklememiz lazım: Doğuda görev yapan öğretmenler batıda istedikleri illere gidemiyorlar. Gidenler de ancak özür grubundan gidebiliyorlar ki bu grubun içinde de ciddi anlamda norm fazlası öğretmen var. Sayıştay’ın 2019 yılı MEB raporuna göre yaklaşık 45 bin norm fazlası öğretmenimiz var. Bu öğretmenlerin çoğu il emrinde. Özür grubu dışında batıya gitmek isteyen bir öğretmen çok yüksek hizmet puanları ile normal bir okula gidebiliyor. Ancak sınıf öğretmeni iseniz bu da yetmiyor. Rotasyona ihtiyaç var mı bilmiyorum ama doğuda görevini yerine getiren öğretmen batıda istediği okula gidemiyor. İstediği şehre bile gidemeyen nice öğretmenler var. Doğuda birçok branştan öğretmen açığı varken batının birçok ilinde de norm fazlası öğretmen var. 

Okullarımızda bugün akademik başarıya ciddi bir odaklanma var. Dershanelere ya da etüt merkezlerine doğru bir yönelim de söz konusu. Biz çocuklarımızı bir yarışın içine sokuyoruz adeta. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Okullarımız akademik başarıya o kadar yoğunlaşıyor ki öğrencilerin duyuşsal ve psikomotor özelliklerini harekete geçirecek mekanizma devre dışı kalıyor. Düşünün ki DYK’larda (Destekleme ve Yetiştirme Kursları) görsel sanatlar, müzik ve beden eğitimi gibi dersleri kaldırıyorsunuz. Öğrenci merkezli sınıflar, yapılandırmacı eğitim, bireysel farklılıklar gibi dilimize pelesenk olmuş argümanların karşılığı bu olmamalıdır. Çocukların sosyalleşmeye ihtiyacı olduğu gibi her öğrencinin akademik anlamda başarılı olamayacağı yani bireysel farklılıkları olduğu hakikati de var. Özellikle ortaokullarda, sanatsal ve sportif anlamda yetenekli öğrencilerin belirlenip tematik liselere yönlendirilmesinde ciddi bir rehberliğe ihtiyaç duyulmaktadır.  Aksi durumda nice yetenekli öğrenciler kaybolacaktır. Daha da önemlisi ne biliyor musunuz? Akademik başarıyı öğrencilerin hayatlarının merkezine oturttuğumuz için karakter ve değer eğitimi de eksik kalıyor. Zira karakter ve değer eğitimini zaruri hale getiren faktörler, okulların bilgi aktaran merkezler haline gelmesi, rekabetin ön planda olması, sınav merkezli eğitimin varlığı ve duyuşsal yönleri geliştiren programın eksikliğidir. Akademik başarıyı, sınav merkezli eğitimi o kadar önceliyoruz ki bazen okullar yetersiz kalıyor ve çocuklar etüt merkezlerine/dershanelere yönelik ‘mevsimlik sınav göçünde’ kendini buluyor. Öğretmenler için de ek bir gelir kapısına dönüşüyor. Biz çocuklarımızı hayata değil sınava hazırlıyoruz. Yani öğrenci yetiştiriyoruz birey değil. Öğrencileri yetiştirdiğimiz yerde de rekabet var. Öğrenciyi öğrenciyle yarıştırıyoruz.  Bunun topluma da bir maliyeti oluyor. Tabi etüt merkezleri, dershaneler de ayrı bir sorun. Ortaöğretim son sınıflarda öğrenciler, sınav dönemine yakın bu kursları okullara yeğlemek zorunda kalıyorlar. 

Bir sorundan daha bahsetmemiz gerekiyor.

Nedir?

Hormonlu not ve özel okullar sorunu. Ortaöğretimlerde daha yoğun olmak üzere, söz konusu kademenin son sınıflarında öğrenciler not ortalamalarını yükseltmek için özel okullara yöneliyorlar. Sadece son sınıflarda mı? Elbette hayır. Ancak özel okullardaki not sistemi baştan sona denetlenmelidir. Burada kesinlikle genelleme yapmıyorum. Aşırı ve gereğinden fazla not verildiği zaman şişirilmiş yani literatürdeki ismiyle hormonlu not uygulaması ortaya çıkıyor. Peki, bu neye yol açıyor? Takdir belgesi almış, hatta okulda derece ile mezun almış öğrencilerin hiçbir yükseköğretim bölümüne yerleşemediği ile ilgili haberlerle karşımıza çıkıyor. Öğrenci takdir belgesi almış ama bunu öğrencinin ulusal sınav sonuçlarında göremiyorsunuz. Öte yandan nitelikli okullarda ama özellikle de fen liselerinde bazı öğretmenlerin not konusunda çok katı olması, özel okullara yönelik hormonlu not amaçlı nakilleri tetikliyor. Hormonlu not uygulaması devlet okullarında da olabiliyor. O yüzden bunu, bu hataya düşen özel okullarla sınırlandırmıyorum. Bakıyorsunuz, mezun olan öğrencilerin en az yarısı takdir belgesi almış ancak nitelikli okullara yerleşen öğrenci neredeyse yok. Bunun nedeni, ders içerikleri ile sınav içeriğinin farklı olmasıdır denilebilir. Hayır! En büyük sorun hormonlu not uygulamasıdır. Bu soruna müdahil olmak gerekir. Ayrıca tüm kademelerde sınıfta kalma da getirilmelidir. Başarısız öğrenciyi yüksek notlarla geçirmek, ulusal sınav sonuçlarında sıfır çekenler başlıklı haberlere kaynak yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Bir de şu okullardan bu kadar mezunumuz var gibi durumlar için bize istatistiksel bir övgü mezesi sunar. Bunun da yararı yoktur.

Köy okulları ve köy okullarının açılması hakkındaki düşünceleriniz nelerdir?

Köy okullarının açılmasının köylere bir canlılık getirmesi bağlamında etkili olacağını düşünüyorum. Köy yaşam merkezleri başlığı altında bir değişim seferberliği başlatılacak. Tam olarak nasıl bir karşılık bulacak, hedeflere ne kadar ulaşılacak zamanla göreceğiz. Aşırı eleştirel ve karamsar olmak hem adil değildir hem de önyargıdır. Çünkü henüz bu sürece girmedik. Yine de bir yönetmelik değişikliği ile üstesinden gelinecek bir hedef değil. Ancak bu süreç önemli bir öğretmen açığı da doğuracak. Kısa sürede iyi bir öğretmen alımı yapılır mı bilemiyorum. Öte yandan taşımalı eğitimin de yarattığı dezavantajları önemli oranda ortadan kaldıracak. Ancak dediğim gibi bekleyip görmek lazım. Buna karşılık hâlihazırda köy okullarımızın da ciddi sorunlarının olduğunu kabul etmemiz lazım. Bazı sorunları belki siz de ilk kez duyacaksınız. Bakınız köy okullarında öğretmen taşımacılığını yapan servisler bağlamında öğretmenlerimiz mağduriyet yaşıyorlar. Öğretmenlerimiz şehir merkezlerinde kalmak istiyorlar. Servisler belirli grupların elinde oluyor ve istedikleri fiyatları sunabiliyorlar. Alternatif bulma yollarınız tıkanıyor.  Öğrencilere sağlanan taşıma desteği gibi bir uygulama öğretmenler için de sağlanabilir. Bakanlığımız bu desteği sağlarsa köydeki öğretmenlerimizin en büyük sorunlarından birini çözüme kavuşturacaktır. Ayrıca köy okullarına atanacak temizlik personellerinin kalıcı hale getirilmesi gerekir. Personel atamaları İş-Kur üzerinden yapılınca Ekim-Kasım aylarına sarktığı da oluyor. Aynı şekilde iş beğenmeyen personeller de olabiliyor. Soba yakma, temizlik, baca temizleme gibi sorunların çözümünde bu personeller önemlidir. Dolayısıyla kalıcı personeller atanmalıdır. Her ne kadar artık her okula doğrudan bir ödenek ilk kez önümüzdeki öğretim yılından itibaren gönderilecek olsa da temizlik malzemeleri konusunda özellikle köy öğretmenlerimizin beklentileri her zaman karşılanmalıdır. Bu konuda önümüzdeki sürece dair iyimser olduğumu belirtmek isterim. Köy okullarında aşırı bir öğretmen hareketliliği var. Doğudaki köy okullarında çok sayıda ücretli öğretmen de var. Bu da önemli bir sorundur. Son olarak, köy okullarında görev yapan öğretmenlerimiz düzenli olarak yöneticiler tarafından ziyaret edilmelidir. Öğretmenlerimiz kaderlerine terk edilmemelidir. Ziyaretler, öğretmeni azarlayan, denetleyen bir amaçla değil onlara destek olan ve sorunlarını dinleyen bir yaklaşımla gerçekleştirilmelidir.

Son olarak şunu belirteyim: Okul öncesi seferberliğini çok değerli ve anlamlı buluyorum. Önemli sayıda da ilgili branştan öğretmen alımı yapılacak. Devamı da gelecektir. Okul öncesi eğitim, temel eğitimin ilk ayağını oluşturmaktadır ve çok önemlidir. Okul öncesi eğitimin sağladığı katkıları uzun uzun sıralayabiliriz.  Dilerim bu seferberlik daha nice güzel gelişimlerin ve reformların öncüsü olur. 

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin... 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları