Dış politikada revizyon zaman ve çaba gerektirecek

12 Haziran 2015 Cuma

Yılların deneyimine dayalı oturmuş yapıları yıkarak yerine olmayacak iddialarla yeni yapılar dikmeye çalışmak hiçbir zaman kolay değildir. Bu çabada başarısızlık ise işleri daha da karmaşık ve durumuna göre tehlikeli hallere sürükleyebiliyor. AKP iktidarının dış politikamızı getirdiği nokta budur.
“Küresel oyunculuk” ve “bölgesel oyun kuruculuk” hayalleri peşinde koşan AKP’nin önce “komşularla sıfır sorun” politikası çöktü. Ardından “değerli yalnızlık” aşaması geldi. Söz konusu olan sadece uluslararası itibar kaybı da değildi. Türkiye hiçbir şekilde kontrol edemediği ciddi durumlarla baş başa kaldı. Bunun en bariz örneği Suriye meselesidir.
Bu konuda olmayacak dualara amin diyerek ülkemizin güvenliği ve iç huzuru tümüyle göz ardı edildi. Ankara’da kâğıt üzerinde yapılan hesapların hiçbiri tutmadı. “Esad bugün gidecek, yarın gidecek” diyen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kendisi sonunda “gitme” aşamasına geldi. Geriye ise başa çıkamayacağımız sayıda mülteciler ve IŞİD gibi grupların oluşturduğu tehditlerle bezenmiş bir enkaz kaldı.
Bu arada AB perspektifimiz neredeyse tümüyle terk edilirken ABD ile olan stratejik ilişkilerimiz de temelden sarsıldı. “Bizi Şanghay Beşlisi’ne alın Batı’yı anında terk ederiz” yaklaşımı da alay konusu olmanın dışında herhangi bir sonuç getirmedi. Tüm bu konulara yeni bir bakışın gerekeceği aşikâr.
Hal böyleyken Türk dış politikasının seçimlerden sonra alacağı yön merak edilen konuların başında geliyor. Kesin olan tek şey varsa, o da mevcut durumun, yani sözde ahlaki temellere dayanan “değerli yalnızlık” politikasının artık sürdürülemeyeceği gerçeğidir. Özetle bir “düzeltme” ve “yenileme,” başka bir deyişe “revizyon” süreci gerekecek.
Ancak Türkiye’nin, iki dünyada ayağı olan bir ülke olmanın getirdiği, fakat İslami eksenli ve Sünni ağırlıklı politikalar nedeniyle yitirdiği avantajları tekrar canlandırması çaba gerektirecek. Türkiye hem geriden, hem de zayıf bir noktadan başlıyor olacak. Batı’da ve bölgesinde kaybettiği saygınlığa tekrar kavuşması için gerçekçilik ile kararlılığa ihtiyacı olacak.
Bu çerçevede, “Müslüman Kardeşler perspektifini” terk edip bölgeye tarafsız bir oyuncu olarak dönmeye çalışması kaçınılmaz olacak. Beşşar el Esad’ın eli kanlı bir diktatör olduğu malum. Fakat Rusya ile İran’ın desteği ve içerde hâlâ kendisini destekleyen kitlelerin bulunması nedeniyle kalıcılığını kanıtladı.
Suriye krizini bitirecek olan yol bugün müzakerelerle varılan mutabakatlardan geçiyor. Yugoslavya krizini sonlandırmak da Slobodan Miloseviç gibi bir katil ile masaya oturmakla oldu. Yangının söndürülerek kanın akmasını bir an evvel durdurmak bunu gerektirmişti. Miloseviç’in hesabı sonra görüldü.
AKP iktidarı, söylendiği gibi, Suudi Arabistan ve Katar ile bir olup Esad’ı askeri yoldan devirme hayaline kapılmış olabilir. Ama bundan da sonuç alınamayacağı neredeyse kesin. Nedeni de malum, Batı da bu aşamada Şam’daki rejiminin devrilmesiyle ortaya çıkacak siyasi boşluğu aşırı İslamcıların doldurmasını istemiyor. Bunun yerine kademeli bir geçiş süreci öngörüyor.
Zaten Yemen’de içinden çıkamayacağı bir maceraya sürüklenen Suudi Arabistan’ın ipiyle kuyuya inmenin ne kadar sağlıklı olduğu da tartışmalı.
Bu arada sevgisiz de olsa gerçekçilik adına İsrail ve Mısır ile ilişkilerin de yeniden gözden geçirilmesi gerekecek. Filistinlilere siyasi ve ekonomik destek sağlanmaya devam edilirken bunun da İslamcı değil, evrensel hukuk ve insan hakları perspektiflerinden yapılması gerekecek. Hamas’ın da gerektiğinde uyarılması gerekecek.
En önemlisi, bölgede büyüyen mezhep çatışması karşısında “sandık başarısına” dayalı “çoğunlukçu” İslami yaklaşımlar yerine “çoğulcu demokrasi” ve bunun önkoşulu olan laikliğin savunuculuğuna dönülmesi şart olacak.
Bu basit sıralamadan da görüleceği gibi Türkiye’nin önünde zorlu bir süreç var. Ancak, dünyada tekrar hatırı sayılır saygın bir ülke olmak istiyorsa bu sınavı vermek zorundadır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları