Dış Politikada Yeni Bir Yön Arayışı

16 Nisan 2015 Perşembe

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öfke ile gidip suhuletle döndüğü son İran gezisinden sonra Türkiye’nin yeni bir bölgesel politika arayışına girdiği söyleniyor. Dış gezilerde Erdoğan’ın uçağına davet edilen gazetecilerin yazdıklarına bakılırsa, bu arayışın odağında Türkiye’yi tekrar Arap baharı öncesindeki “orta alana” çekmek ve “arabuluculuk” potansiyelini yeniden canlandırmak yatıyor.
Bunun önemli ayaklarından birini de Türkiye’nin mezhep ekseninde taraf tuttuğuna dair oturmuş olan uluslararası algıyı gidermek oluşturuyor. Nitekim Erdoğan’ın, Tahran dönüşünde uçakta gazetecilerle konuşurken en büyük endişesinin bölgede giderek yayılan mezhep çatışması olduğunu en az beş kez tekrarladığı belirtiliyor.
Erdoğan, hafta sonunda İstanbul’da düzenlenen “Hz. Peygamber ve Birlikte Yaşama Ahlakı” temalı Kutlu Doğum programında da bu temayı işledi. Mezhepçiliğin şu anda İslam dünyasını paramparça ettiğini belirterek “Bizim Sünnilik diye bir dinimiz yoktur. Bizim Şia diye bir dinimiz yoktur. Bizim İslam diye bir dinimiz vardır, bunu böyle bilmemiz lazım” diye konuştu.
Erdoğan’ın, kısa bir süre önce İran’ı “Ortadoğu’yu domine etmeye çalışmakla” suçlamasına ve Suudi Arabistan liderliğindeki Yemen operasyonuna Türkiye’nin lojistik destek sağlayabileceğini belirtmesine rağmen, Ankara ile Tahran’ın Yemen için ortak çalışma yürüteceklerinin açıklanması da bu çerçevede dikkat çekiyor.
Hükümete yakınlığı ile bilinen Akşam gazetesine sızdırılan bilgilere göre, Türkiye’nin bu konuda önerdiği “beş ayaklı planın” bir ayağını, Yemen’e karşı düzenlenen hava operasyonunun durdurulması oluşturuyor. Bu doğruysa, Ankara’nın Suudi liderliğindeki operasyon konusunda da kendisini orta alana çekmeye hazırlandığını gösteriyor.
Artık isminden başka bir şeyi kalmamış olan “Arap Baharı”ndan sonra yaptığı ciddi hesap hataları nedeniyle bölgede ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabilen, bölge için ortaya koyduğu büyük ve iddialı projeleri de tümüyle havada kalmış olan Türkiye’nin bu tür bir arayışa girmesi, şayet doğruysa, olumlu bir gelişme sayılmalıdır.
Irak ve Suriye’deki gelişmelerden en olumsuz etkilenen ülkelerin arasında olmasına rağmen Türkiye’nin bugün bölgesel dinamikler üzerinde herhangi bir etkisi kalmamıştır. “Komşularla sıfır sorun” politikası tümüyle çöktüğü gibi, bölgenin egemen güçleri ile ilişkileri hiçbir zaman olmadığı kadar kötüye gitmiştir.
Ankara’yı bu durumdan kurtaracak olan tek şey, geleneksel “Ortadoğu sorunlarına bulaşmama” politikasına dönüp, elinden geldiğince bölgesel barış ve istikrarı sağlamak için tarafsız bir “yumuşak güç” olarak çalışmasıdır.
Bölgenin, AKP’nin İslamcı hayallerini gerçekleştirebilmesine olanak vermeyecek derecede karmaşık bir yer olduğu ve bunun da görünür bir gelecekte değişmeyeceği artık anlaşılmış olmalı. Kendilerini sevsek de sevmesek de Esad’lar, Salman’lar, Sisi’ler bölgenin gerçekleri olduklarını kanıtlamışlardır. İran da bölgenin kilit ülkesi olduğunu göstermiştir.
Öte yandan, Türkiye’nin, bu realiteler karşısında, bölgesel politikalarında değişikliğe gitmeye çalışması açısından “zorlaştırıcı” bir olumsuzluk göz ardı edilemez. Türkiye bu yönelişe “güçlü” bir konumdan değil, özünde başarısızlık yatan “güçsüz” bir konumdan giriyor olacak.
Başka bir deyişle, tarafsızlığa ve barıştan yana arabuluculuğa soyunurken samimiyetini, 2011’den bu yana bölgede yabancılaştırdığı tüm taraflara kanıtlaması gerekecek.
Bunun da bugünden yarına olmayacağı aşikâr.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları