Merkel’in ardından akla takılanlar

20 Ekim 2015 Salı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Alman Şansölyesi Angela Merkel’in ülkemize gerçekleştirdiği ziyaretten elbette ki son derece memnun. Bu vesileyle “bakın ihtiyaçları oldu mu nasıl kuzu gibi kapımızı çalıyorlar” deme hakkını elde etti. Bu ziyaret seçimler öncesinde kendine beklenmedik bir hediye oldu.
Nitekim ziyaret öncesinde ve sonrasında özellikle mülteciler bahsinde Batı’ya dönük “ahlak” kartını tekrar cebinden çıkardı. Bu arada Nobel’e çatmayı da ihmal etmedi. Bunlar AKP tabanının hoşuna giden şeyler.
Fakat Merkel’in ziyaret aynı zamanda Erdoğan için uluslararası ilişkilerin temelinde yatan “reel politik” olgusu açısından da bir ders oldu. Kendisi bunu öyle görmeyecektir. Fakat bu söz konusu olan dersin niteliğini değiştirmiyor.
Özetle, bu ziyaret “ulusal çıkar” söz konusu olduğunda, ülkelerin normal hayatta geçerli olan yüksek değerleri bir yana bırakmaya her zaman hazır olduklarını gösterdi. Yoksa Avrupa’nın her zaman vurguladığı demokrasi ve insan hakları standartları devreye girer ve Merkel, demokrasinin en temel gereklerine savaş açmış olan “Erdoğan’ın Türkiye’sini” ziyaret etmeden önce iki kez düşünürdü.
Nitekim “otoriter Erdoğan’a siyasi prim sağlayan” bu ziyaretinden dolayı Merkel ülkesinde sert eleştirilere maruz kaldı. Fakat hükümeti Suriyeli mülteci krizi ile boğuşuyor ve ulusal çıkar önce geldiğine göre, o da bu eleştirilere göğüs gererek ve Türkiye’deki demokrasinin kötü gidişini bir yana bırakarak bu ziyareti gerçekleştirdi.
Dışişleri Bakanı Feridun Sinirlioğlu bile “bayram değil seyran değil, teyzem niçin öptü” dercesine “Suriyeli mülteciler sayesinde AB Türkiye’yi yeniden keşfediyor” anlamına gelen “müstehzi” açıklamalar yapıyor.
İşin daha da komik yanı, Merkel bombaların patladığı, toplumun iç savaşın eşiğine getirildiği, gazetecilerin ve siyasi muhaliflerin hapse atıldığı Türkiye’yi “güvenli ülke” sınıfına sokmaya çalışıyor. Bu aynı zamanda demokrasinin ve insan haklarına saygının, kimsenin iltica etmesini gerektirmeyecek ölçüde gelişmiş bir ülke demek oluyor.
Özetle, “reel politik” burada da devreye giriyor. “Güvenli ülke olduğuna göre oradaki mültecilerin buralara gelmeleri gerekmiyor” demeye getiriliyor. “Mademki Türkiye şimdi güvenli ülke sayılıyor, o zaman bizi hemen AB’ye alın” demesi geliyor insanın…
Merkel’in ziyaretinden ne çıkacak göreceğiz. Bir şeylerin çıkacağı kesin, zira Avrupa Türkiye’ye bir şey vermeden mülteci krizi ile başa çıkamayacağını biliyor. Fakat bunun sonsuz fonlardan milyarlarca Avro tutarında yardım, Türkiye’nin kısa süre içinde Schengen seyahat bölgesine dahil edilmesi veya durmuş olan üyelik müzakerelerine anlamlı ivme kazandırılması şeklinde olacağını sanmak saflık olur.
AB söz konusu olduğunda yoğurdu artık üfleyerek yiyoruz. Türkiye tabii ki bu konuda suçsuz değil. Üyelik için yapması gereken birçok demokratik reformu yapmadı. Yaptığı bazı kilit reformları da geri çekti. Fakat AB’nin de verdiği sözleri tutmadığı ortada.
Burada Merkel’in “Türkiye’nin Avrupa’da yeri yok” diyenlerin başını çektiğini de unutmamak lazım. Yine de beklenmedik koşulların kendisini Türkiye’ye farklı gözle bakmaya ve bazı önemli vaatlerde bulunmaya zorladığı da ortada.
Bu vaatlerin ne kadarının gerçekleşeceğini göreceğiz. Ancak şu anda kendisini güden temel kaygının, mülteciler nedeniyle zedeleneceğine inandığı ulusal çıkarı korumak ve ahlaki açıdan iyi bir görüntü vermese de bunun için gereken “reel politik” adımları atmak olduğu aşikâr.
Türkiye’nin de bu durumdan yarar sağlamaya çalışması ise aslında son derece normaldir. Sonuçta ülkelerin yaptığı budur. Umarız bazıları bundan gereken dersleri çıkarırlar ve belli bir kesimin ideolojik beklentilerini gerçekleştirmeye çalışmak yerine, artık tüm ulusun çıkarlarını korumaya çalışırlar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları