Ortadoğu bataklığına sürüklenmemeliyiz

19 Şubat 2016 Cuma

Ankara’daki vahşi terör saldırısını herkes gibi kınıyor ve lanetliyoruz. Bu kadar insanımızın, üstelik ülkemizin tam da kalbinde, hayatlarını feci şekilde kaybetmeleri korkunç bir gelişmedir. Ancak ne yazık ki, bu ilk kez olmuyor ve bu gidişle son da olmayacak.
Bugün yasta olabiliriz fakat toz duman yatıştıktan sonra Türkiye’nin nereye doğru sürüklenmekte olduğunu oturup soğukkanlılıkla değerlendirmek zorundayız. Bu durumun klasik lanetleyici sözler, beylik uyarılar ve yarayı kaşıyacak olan adımlarla çözülemeyeceği aşikâr.
Saldırı sonrasında televizyonlarda yapılan tartışmalarda aklı başında insanların ağız birliği yaparak söyledikleri gibi, gün ülkemizde siyasi tansiyonu artıran ve toplumu tehlikeli bir şekilde bölen konuları bir yana bırakıp bu meseleye tüm boyutlarıyla ve gerçekçi bir şekilde eğilme günüdür.
Siyasi görüşleri ne olursa olsun, modern dünyada demokratik yollardan seçilip işbaşına gelenlerin yükümlülükleri bellidir. Görevleri toplumlarını çağdaş değerler etrafında bütünleştirmek, sosyal gruplar arasındaki ayrışmaları gidermek ve bireylerin doğuştan gelen temel haklarını koruyarak halkın refah ve mutluluk düzeyini artırmaktır.
Batılı ülkeler bu temel gerçeği çok acı yollardan geçerek öğrendiler. Hiçbir gelişmiş ülke, kendisini ulaştığı ileri düzeyde otomatik olarak bulmadı. Her şeyin sadece bizim başımıza geldiğine inanırız ama öyle değil. Akılsızlık dışında bizim de aynı yollardan geçmemizi zorunlu kılan hiçbir şey yok.
Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” lafı günümüzde birçok kişi için içi boş bir slogan gibi gelebilir. Ancak bu sözün söylenmesine neden olan arka planı aklımızdan hiç çıkarmamız gerekir.
Cumhuriyetimiz kolay kurulmadı. Kurucu babalarımızın hedefledikleri ise dünya ile barışık olan çağdaş bir toplumdu. “Çağdaşlık” denenmiş ve kanıtlanmış evrensel değerlerin yaşadığınız günde vardıkları en ileri noktayı temsil eder.
Günümüzde bu bir kişi veya grubun tahakkümüne karşı kendisini koruma yeteneğine sahip olan laik ve çoğulcu demokrasi demektir. Bu tür demokrasilerin gelişmişlik düzeyini saptayan en temel gösterge ise seçilenlerin kendilerini seçmeyenlerin haklarına gösterdikleri saygıdır.
Türkiye ne etnik, ne dinsel, ne de benimsenen yaşam tarzları açısından homojen ve tekdüze bir ülkedir. Ülkemizde toplumu bölüp ayrıştıracak potansiyel faktörler her an üzerine basılıp patlamaya hazır mayınlar gibi etrafa saçılmış bulunuyor.
Bu yetmiyormuş gibi dünyanın en lanetli coğrafyasının ortasında yaşıyoruz. Bu coğrafyanın, çağdaş gelişmişlik düzeyine erişme potansiyeli en yüksek olan ülkelerin başını çekiyoruz. Ancak bu potansiyeli gerçekleştirmek için yapılması gereken çok şey var.
Ankara’daki terör saldırısı ve daha önce yaşadığımız benzeri acı olaylar, bu potansiyeli kaybettik mi başımıza nelerin gelebileceğini gösteren ciddi uyarılardır. Türkiye’nin bu tehlikeli durumdan dünya ile kavga ederek ve hiçbir değeri olmayan yalnızlığa sürüklenerek kurtulamayacağını görmek için ne dış politika uzmanı, ne de siyaset bilimci olmak gerekiyor.
Suriye krizi beklenmedik şekillerde bize bulaştı ve bulaşmaya devam ediyor. O ülkede farklı amaçlara dönük olarak “vekâleten” yürütülen savaşlarının bize nasıl sıçrayabileceğini de görmeye başladık.
Burada söylediklerimiz bazılarına “bilindik ve bayağı şeyler” gibi gelebilir. Ancak kötü gidişattan çıkmamız için bilinçli bir şekilde gidilmesi gereken yolla ilgili gerçekleri değiştirmiyor bu.
Cumhuriyetimizin kurucu babaları, o gün için devrimsel nitelikte olan kararlar alıp büyük fedakârlık ve çabalarla, Türkiye’yi, bugün Ortadoğu ülkelerinin kendilerini bir türlü kurtaramadıkları, geri kalmışlık bataklığından çıkardılar.
Ülkemizi siyasi ve ideolojik ihtiraslar uğruna tekrar bu bataklığın ortasına atmaktan daha büyük bir bilinçsizlik örneği herhalde olamaz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları