Cihat yarışı Taliban’sız olur mu hiç?

30 Mart 2016 Çarşamba

Ve nihayet Taliban, Pakistan çıkışıyla “Ben de varım” dedi!..

Soğuk Savaş-sonrası hayatımızın en “can alıcı” gerçeği olan cihatçı tedhişin bu en kadim ve kıdemli oluşumu, eylem dinamizmi açısından hanidir geri plâna düştüğü dünya gündeminde çoğu çocuk ve kadın 70 kişinin öldüğü Lahor’daki lunapark saldırısıyla görkemlice boy gösterdi.

Taliban önemlidir ve unutulmayı ne hak eden, ne de içine sindirebilecek bir harekettir. El Kaide’den IŞİD’e açılan yolun başlangıç noktası, cihatçılığın pınarıdır o... Hem El Kaide’ye Afganistan’da uzun zaman (özellikle “kuluçka dönemi”nde) ev sahipliği yapmıştır, hem de IŞİD’in “devletleşme” arayışında önemli bir esin kaynağıdır.

Fakat şunu da atlamamak gerekir: Taliban’ın Afganistan’da yönetim tesis etmesi sürecinde de Usame Bin Ladin’in payı büyüktür. Bin Ladin, özellikle ideolojik olarak Taliban’ın önemli aktörüydü ve o, aslında El Kaide ile bir bakıma Taliban’ı küreselleştirmiştir denilebilir.

Tabii yine atlamamak gerekir ki Taliban’ın ve Usame’nin kökleri de “Soğuk Savaş”ta yatar. Buradan hareketle denilebilir ki bugün adeta dünya sahnesine konmuş bir korku filmi gibi izlemekte olduğumuz her şey, “Sovyet-Amerikan ortak yapımı”dır.

1979’da Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgali ve buna karşı Amerika’nın Suudileri de işin içine katarak başlattığı mücadele sürecinden çıkmış iki “nurtopu”dur Taliban ve Usame... Boko Haram’dan IŞİD’e ve daha irili ufaklı nice oluşumu kapsamına alan şemsiye başlık “Cihatçılık” ile tanıştığımız mecradır bu...

Sovyetler’in Afganistan işgaline karşı yürütülmüş mücadele, bugünkü küresel cihatçılığın ilk talim alanıydı. (Mücadelenin “merkez üssü” Pakistan’dı ve orada bugün olanların kök sebebi de bu.) Usame, “talim”e ilk katılanlardandır. Hem El Kaide’nin, hem de IŞİD’in ne olduğunu anlamanın yolunun “Modernite”yi iyi anlamaktan geçtiğini ısrarla vurgulayan John Gray’in satırlarına bu açıdan dikkat yöneltelim:

“Aralık 1979’daki Sovyet işgalini takip eden birkaç hafta içinde Bin Ladin, Suudi Arabistan’dan ayrılarak Britanya, S. Arabistan, Çin ve diğer pek çok dünya ülkesinden oluşmuş koalisyon çerçevesinde CIA tarafından organize edilen Sovyet-karşıtı cihadın komutanlarıyla buluştu” (J. Gray, “Al Qaida and What It Means to be Modern”, 2003, s. 79).

CIA marifeti bu cihatla gelen Afganistan yenilgisi Sovyetler Birliği’nin sonu oldu belki ama kaderin cilvesine bakın ki (belki çok ağır kaçacak) Sovyetler’in âhı da “11 Eylül”le (2001) feci şekilde çıkmıştır!..

“11 Eylül”ü takiben Amerika, Sovyet işgaline karşı yarattığı “canavar”la uğraşmak zorunda kaldı ve Afganistan’da işgalsonrası süreçte mücahitlerin birbirine düşmesinin kaosundan “neşvünema bulmuş” Taliban rejimine saldırdı, onu yerinden etti.

Ama tabii yok edemedi ki işte Taliban, Pakistan’da tüm dehşetiyle karşımızda.
Pakistan da elbette Amerika’nın Afganistan meselesinde bir “gönüllü kurban”dır. Sovyet işgaline karşı verilen savaşta Amerika tarafından bir “üs” olarak kullanıldı. El Kaide, 1988’de orada (Peşaver) kuruldu. Usame Bin Ladin, Sovyetler’e yönelik “lokal” cihadın bitmesinin ardından uluslararası bir “küresel” cihat başlatırken de bu ülkeyi merkez olarak kullanmak istedi (bkz. “Al Qaeda Now – Understanding Today’s Terrorists”, Der. K.J. Greenberg, 2005, s. 136-7).

O zamanlardan bugüne Pakistan’ın hali ortada. Özellikle, El Kaide’ye “el vermiş” Taliban’dan ona rahat yok.

Bu durumun Türkiye’yi akla getirmemesi mümkün mü? Türkiye de Amerika’nın Suriye meselesinde bir “gönüllü kurban” değil mi?..

Orta ve Güney Asya’da “Afganistan- Taliban-Pakistan” nasıl bir tür “Bermuda Şeytan Üçgeni” haline geldiyse Yakın ve Ortadoğu’da da “Suriye-IŞİDTürkiye” öyle değil mi?..

Her iki “üçgen”in de mimarı aynı değil mi?!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları