Üstün Dökmen

Hitler’i ölümüne sevmek

16 Nisan 2023 Pazar

Einstein, “Önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur” demiştir. Kişi, doğru veya yanlış bir önyargı edinmişse, yeni verilerin ışığında bu önyargısını gözden geçirmek, onu teste tabi tutmak istemez, kısacası aklını kullanmaya üşenir. 

Bazı futbol fanatikleri maç izlemeye gittiklerinde, “Ölmeye, ölmeye geldik” diye slogan atarlar, onlar takımlarını ölesiye severler,  akıllarıyla değil yürekleriyle severler. Yürekle, ölesiye sevme olayı II. Dünya Savaşı’nda Almanya’da da ortaya çıktı. O günkü Almanların büyük kısmı Hitler’i ölesiye seviyorlardı, zaten öldüler de. 

Belgesellere baktığımda şu izlenimi ediniyorum: II. Dünya Savaşı bittiğinde Hitler eğer intihar etmeseydi ve Müttefikler Almanya’da bir seçim yapılmasına izin verselerdi, Hitler hayatta kalan Almanların en az yarısının oyunu alırdı. Çünkü Almanlar, her şeye rağmen onun yaptıklarını algılamıyorlardı, kafalarına yer etmiş “Hitler imajı”nı algılıyorlardı. Bu durum propagandanın başarısıydı. Savaşta milyonlarca Alman öldü, tüm Alman şehirleri yerle bir oldu, Müttefik uçaklarının bombardımanı sonucunda sadece Frankfurt’ta bir gecede 800 bin Alman hayatını kaybetti. Hitler en son 13 yaşındaki çocukları askere aldı. Askere alınan bu çocuklar Sovyet Cephesi’ne gittiklerinde oradaki Alman askerleri, “Siz niçin geldiniz, savaşı kaybettik” dediler. Çocuklar ise “Biz Führer’imiz için savaşmaya geldik, o yenilmez” diye cevap verdiler. Savaşın son günlerinde bile pek çok Alman Hitler’i seviyordu, olup bitenden onu sorumlu tutmuyordu, dış mihrakları, Sovyetler’i, İngiltere’yi, Amerika’yı, Yahudileri suçluyordu.        

Bugün pek çok Alman Hitler’in yaptıklarını onaylamıyor, ondan söz etmek bile istemiyor. Ancak dünden bugüne hâlâ Hitler hayranları var. Yakın geçmişte, “Hitler iyi yaptı” diyen Almanlar gördüm. Bu durum bana, “Ölmeye, ölmeye geldik” diyerek takımlarını tutan futbol fanatiklerini hatırlatıyor. Bir insan bir futbol takımını gözü kapalı, yürekle sevebilir ancak bir insan bir siyasi lideri, onun yaptıklarına ve yapmadıklarına bakmaksızın, aklını kullanmadan sadece yüreğiyle severse bu mantıksızlık olur. Futbolda fanatik olabiliriz fakat bir ülkenin geleceği söz konusu olduğunda takım tutar gibi parti tutmak, fanatik olmak, olup bitenden ders almamak, geribildirim almamak Nasrettin Hoca’nın ifadesiyle bindiği dalı kesmek demektir.  

OLUMLU ÖNYARGILAR

Bir kişiye, nesneye veya duruma ilişkin olarak önceden edinilmiş, değişime dirençli görüşlere “önyargı” denilir. Önyargılar olumlu veya olumsuz nitelikte olabilir. “Filan şehirden adam çıkmaz” cümlesi de önyargı taşır, “O ne yapsa iyidir” cümlesi de önyargı ifadesidir. 

Genellikle önyargıların temelinde, eskimiş bilgiler ve her zaman taze kalan hassas duygular vardır. Hassas duygular eskimiş bilgilere bekçilik eder, sizin eski bilgiye ulaşmanızı engeller. Bu yüzden Einstein, “Önyargıları parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur” demiştir. Psikolojide insanın bilişsel açıdan cimri olduğunu söyleriz. Kişi, doğru veya yanlış bir önyargı edinmişse, yeni verilerin ışığında bu önyargısını gözden geçirmek, onu teste tabi tutmak istemez, kısacası aklını kullanmaya üşenir, neyi doğru bellemişse onu savunmaya devam eder. Bu tavır, insana, hele ki bu çağdaki insana yakışmayan bir tavırdır. Boyutsallık Yaklaşımı, yani bilimsel farkındalık yaygınlaştıkça insanlar akıllarını kullanma konusunda üşengeç olmayacaklardır. 

YÜREKLE VEYA AKILLA SEVMEK

Bence insanlar bir şeyi yürekle veya akılla sevebilirler. Pek çok şeyi hem yürekle hem akılla sevmeliyiz. Futbol söz konusu ise tuttuğumuz takımı yürekle sevmemiz yeterlidir; takımımız doğru da yapsa, yanlış da yapsa, kendi kalesine gol de atsa onu severiz. Fakat bir ülkenin, milyonlarca insanın geleceği söz konusu ise bir kişiyi, bir kurumu yürekle sevmek akıllı işi değildir.   

Arendt’in ortaya attığı “Kötülüğün Sıradanlığı” adlı bir kavram var. Bu kavrama göre insanlar kötü oldukları için değil, düşünme (muhakeme) becerilerindeki eksiklikten ötürü, yanlış davranışları kanıksadıkları için kötülük ederler. Kötülüğün sıradanlığı kavramının Türkçemizdeki tam karşılığı bence, “olacak o kadar” ifadesidir. Levent Kırca’nın bu adı taşıyan skeçlerinde anlattığı şey, adam kayırmanın, hırsızlığın, yolsuzluğun, hatta kadın cinayetlerinin ve tecavüzün kanıksanmasıdır. Sokaktaki insanlar “Bal tutan parmağını yalar” dediklerinde kötülüğü kanıksamış olurlar. Bir vakıf yurdundaki tecavüz olayı karşısında bir kadın bakan, “Bir taneden bir şey çıkmaz” dediğinde de yine korkunç bir olayı sıradanlaştırmış, adeta “olacak o kadar” demiştir.      

Chomsky’nin dediği gibi, kendi seçimlerimizin, seçtiklerimizin en iyisi olduğuna inandığımızda bizi rahatlatan bir yanılsama dünyasında yaşarız. Ancak kısa vadede rahatlama, uzun vadede felaket getirebilir.

BİR SİYASİ LİDERIN NESİNE BAKMALI?

Bazı seçmenler el kol hareketleri yaparak teatral bir şekilde konuşan veya dans eden liderleri severler. Bu özelliklerin çoğu Musolini’de vardı, gençler onu pek severlerdi, ülkeleri perişan olduktan sonra kandırıldıklarını anladılar. Türkçede bir söz var, “Aynası (ayinesi) iştir kişinin, lafa bakılmaz” deriz. Anlaşılan o yıllarda İtalyanlar ve Almanlar böyle bir sözün varlığından habersizdiler, liderlerinin lafına bakıyorlardı yalnızca. Peki, bu ifadeyi ortaya atan kültürün mensubu olarak bizler seçimlerde oy vermeden önce adayların işlerine mi yoksa laflarına ve danslarına mı bakıyoruz? 2023’te uzaya, aya gideceğimiz, Karadeniz’de çokça doğalgaz çıkaracağımız söylenmişti bize. Hani nerede? Alman’ı, İtalyan’ı, Türk’ü hepimiz insanız, algı yönetimden etkilenebiliriz. Fakat buna rağmen  yaşadıklarını sorgulayabilen insanlar algı yönetiminden etkilenmemeyi becerebilirler. Saf insanlar sihirbazlara kanarlar, küçük yaşlarda sorgulamayı öğrenmiş, düşünce becerileri gelişmiş kişiler ise sihirbazlara ve onların taktiklerini kullanan siyasetçilere inanmazlar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Işığı üretmek 21 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları