Barışın Bu Tarafı!

15 Nisan 2013 Pazartesi

 Barış sürecinin yarattığı coşku, gözleri kör ederek, yükselen yerel yaraların geçiştirilmesine, giderek derinleşmesine izin vermemelidir. Bunlara izin verilirse o güzelim toplumsal barış özlemi daha başlamadan sona erer. 

***

Her geçen gün artan oranda toplumsal barışla hiçbir biçimde bağdaşmayacak gelişmeler yaşanıyor.
Geçen günlerde, Cumhuriyet’ten
Türey Köse büyük bir gazetecilik örneği sergiledi; Afyonkarahisar ve Isparta valilerinin, kamusal alana karışarak ve çoğu dinsel dürtülerle toplumsal yaşama nasıl biçim vermeye çalıştıklarını anlattı.
Daha sonra,
barış sürecinde kilit kentlerden biri Diyarbakır’da 17 ülkeden 18 yarışmacının katılacağı ve Dünya Medeniyetler Kraliçesi’nin seçileceği bir güzellik yarışması yapılacaktı; basında yer aldığına göre dinci tepkiler nedeniyle yapılamadı. Olay, diğer olumsuz yönleri bir yana, hiç kuşku yok ki barışçı bir içerikten yoksundur. Ülke yönetimi, bir yarışma düzenleme özgürlüğünü bile güvence altına almıyor.
Son günlerde, aynı kentin üniversitesinde, öğrenciler arasında Hizbullah-PKK, yani
dinci olan-olmayan ayrımına dayalı yoğun çatışmalar yaşanıyor. Öğrenciler arasındaki çatışmalar ülkenin diğer üniversitelerine de sıçramış bulunuyor. Bu gelişme de barış sürecinde büyük sıkıntılara gebe görünüyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın isteği üzerine TÜİK’in, yaptığı bir ankette,
“Hangi sıklıkla namaz kılıyorsunuz” sorusunu sorma cesaretinin gösterilmiş olması, barışçı bir tutumu yansıtıyor denilebilir mi? Aynı başkanlığın İzmir’e yönelik dinsel yorumlamalarının nedenleri kendi içinde barışçı olabilir mi?
Bütün bu gelişmeler, Anadolu’da Ayşe’lerin, Mehmet’lerin yaşam tarzlarına daha fazla karışılmasına kaynaklık ediyor. Örneğin, Anadolu kasabalarında ve giderek orta boy kentlerinde lokantaların ilanlarında
içkisizdir yazılması artık neredeyse kuraldır.
Kimi yerleşimlerde, örneğin, küçücük bir giyim dükkânı sahibi bir kadına, diyelim Ayşe’ye,
başını kapaması, uzun etek giyinmesi, kendilerini görevli sayan hiç tanımadığı birilerince önerilebiliyor.
Bu tür gelişmeler Mehmet’leri, özellikle de Ayşe’leri her bakımdan
korkutuyor.
AKP iktidarında bunların gerekçeleri hazır: İçki içmez, namaz kılarsan sırtın yere gelmez; hele kadınsan ve kapalı giyinirsen
iş bulursun!
Üstelik
başına bir iş de gelmez!

 

***


 

Yıllardır bu ülkenin Başbakan’ı, özellikle Avrupa ve ABD ziyaretlerinde, o ülkelerin toplumlarında canlanan İslamofobinin-İslam korkusunun ne kadar nedensiz ve yanlış olduğunu vurguluyor.
Ancak aynı Başbakan’ın kendi ülkesinde olanları görmezlikten gelmeye hiçbir biçimde hakkı olmadığını; tersine
din adına yaratılmakta olan korku ortamının gerçek sorumlusunun kendisi olduğunu bilmesi gerekir.
Başka nedenlerle de olsa kendisi de
korku içinde olan basın-yayından yüreklilik gösterebilen birileri çıkıyor, çok cılız bir sesle, cılız muhalefete soruyor:
- İslamın giderek artan oranda bir toplumsal baskı aracı yapılması sizce sakıncalı değil mi?
Muhalefetin yanıtını biliyorsunuz:
- Biz, böyle bir tehlike görmüyoruz!

 

***


 

Bilinen bir gerçektir; korku, faşizmin süt anasıdır. AKP iktidarı analar ağlamasın diyerek terörü sonlandırmaya çalışıyor. İyi de, Ayşe’ler ve Mehmet’ler de korku tünellerine sokulmasın; ağlamasın!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları