‘Devlet benim!’

07 Mart 2016 Pazartesi

Cumhurbaşkanı, AYM’nin Can Dündar ve Erdem Gül kararı hakkında, şiirsel bir yaklaşımla karara uymuyorum, saygı da duymuyorum diyor.
Bunun üzerine son bir haftadır kamuoyunda bir kez daha ve çok yoğun bir şaşkınlıkla karışık olurdu-olmazdı tartışması yaşanıyor.

Perşembenin gelişi!
Oysa bunda şaşılacak hiçbir şey yok! Ülke bu noktaya, özellikle 2007’den sonra, köşede AKP’nin 12 Eylülü denilen 2010 anayasa halkoylamasından, özellikle de Cumhurbaşkanı’nın 10 Ağustos 2014’te doğrudan halkoyuyla seçilmesinden sonra atılan hızlı siyasal İslamcı adımlarla taşındı.
Gerçekte gelinen nokta vahdet (teklik, birlik) yolunda yeni bir aşamanın müjdesidir(!). Geçmişte ve günümüzde pek çok örneği bulunan bu yönetim anlayışına göre, ümmetin ya da milletin bedeni ve ruhu aynı tavada, birlikte erir; birleşir; bu birleşim, güçlü sultan öncülüğünde olağanüstü bir güce dönüşür; bu güneş gibi büyük güç, ülkeyi uçurur; içeride ve dışarıda düşmanları yok eder.
Bu anlayışa göre, nesnel ve ruhsal; doğal ve yapay her şey kayıtsız ve koşulsuz bu birliğin içinde uyumlu bir biçimde yer alır. Öyle bağımsız yargı; yüksek mahkeme; egemenliği içeren yasama organı; özerk üniversite; özgür basın olmaz; denetleme ve düzenleme, hatta bağımsız Merkez Bankası da olamaz, sivil toplum örgütleri de! İster sermaye olsun, ister basın-yayın, yandaş olmayan yaşatılmaz!
Bu güç ile dünyaya kafa tutulur; BM-Birleşmiş Milletler’de ülkelerin eşitliği istenir; AB’ye siz bilirsiniz denir; gerekirse ey NATO diye başlanır; UEFA’ya hukuk dersi verilir. New York Times’dan uluslararası kredi değerlendirme kuruluşlarına dek yerkürede dersini almayan kalmaz.
Gerçekte, Fransız Kralı XIV. Louis’nin (1643- 1715) tekçi yönetim anlayışını çok doğru özetleyen devlet benim sözlerinin siyasal İslamdaki tam karşılığı bir bakıma yaşama geçiriliyor; seçimlerde elde edilen çoğunluk gücüne dayanılarak, bir tür sultanlık ya da yeni diye sunulan çok eski bir düzenin oluşmasına tanık olunuyor.

Yanlış tanılar
İlginçtir, bu kadar açık bu düzenli gidişe bir türlü doğru bir tanı ya da eski deyimiyle teşhis konulamıyor.
Hükümet sözcüleri Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri onun kişisel görüşüdür diye bu gerçekten önemli olayı halkın gözünde önemsizleştirmek isterken, Afrika ortalarından bu görüşün kişisel değil, kurumsal olduğu vurgulanıyor.
Ya bu korkutucu olay karşısında muhalefet?
Kendi partisi içinde milletvekili kovduracak kadar devlet benim diyen ana muhalefet partisinin genel başkanı, Cumhurbaşkanı’nın sözlerini yine kişiye indirgiyor; narsisisizm olarak adlandırıyor; olayın bütününü göremiyor; görmek istemiyor. Çünkü kendisi de sonuçtan doğrudan sorumlu!
Diğer muhalefet partilerinden biri her anlamda yaşam savaşı veriyor; öbür partisi içinde devlet benim diyen devletliden söz etmeye bile değmez.

Sığınak yok!
Yürürlükteki anayasanın 153. maddesi Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar diyor. Cumhurbaşkanı bu düzenlemeyi kendisi için bağlayıcı bulmuyor. Sonuçta, anayasanın bu hükmü hukuk devletine sığınak olamıyor; hak ve adaleti şiddetli fırtınadan korumaya yetmiyor.
Türkiye demokrasisi, bugün, bir tarafta can çekişen hukuk devletinin, diğer tarafta da devlet benim görüşünün çengeline asılmış; çırpınıyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları