O ne yaparsa demokrasisi!

09 Mayıs 2016 Pazartesi

Çok değil altı ay önce yapılan genel seçimle işbaşına gelen Başbakan, ülkenin çok ağır sorunlarıyla hiçbir ilişkisi olmayan bir biçimde görevini bırakıyor. Böylece Cumhurbaşkanı ne yaparsa doğrudur dönemi daha ileri bir aşamasına taşınıyor.

‘Kayıkçı kavgası’
Başbakan’ın gönderilme nedenleri ne kadar da sığ ve sudan.
AKP içi gelişmeleri iyi bildiği söylenen bir köşe yazarı olaydan bir gün önce şöyle yazdı:
Cumhurbaşkanı-başbakan ilişkisinde dört kırılma noktası:

1. 7 Haziran seçimleri öncesinde milletvekilleri listesinin hazırlanması.,
2. 12 Eylül Kongresi öncesi MKYK listesine müdahale,
3. Bakanlar Kurulu listesinde yaşanan gerilim ve
4. MKYK’de yetki devri (A. Selvi, Hürriyet, 4 Mayıs).
 
Bu kırılma noktalarının tamamı AKP içi konulardır; bunlar ülkenin ağır sorunlarına çözüm bulunmasına ilişkin herhangi bir görüş ayrılığından kaynaklanmıyor!
Sayılan noktalar Osmanlı’da bir sadrazamın boğdurulmasının gerekçesi olur muydu? Son örneklerinden Sadrazam Mithat Paşa, anayasal demokrasiyi savunduğu için boğduruldu. Osmanlı’ya öykünüyorlar ama bunlar Osmanlı’dan bile geri!
Yalnız, Davutoğlu’nun Cumhuriyete bir can borcu var; eğer Osmanlı olsaydı Davutoğlu çoktan boğdurulmuştu!
Başbakan’ın gönderilmesinin dilimizde olağanüstü doğru ve yerinde bir tanımı var: kayıkçı kavgası. AKP’nin tepesinde yaşanan tam bir kayıkçı kavgasıdır. Meğer kayıkçı kavgası deyiminin bir adı da “çift taraflı takıyye” imiş!
Oysa gemi su alıyor!
Onlar kayıkçı kavgası yaparken ülke gemisi batarcasına su alıyor!
İşte son iki örnek.
Birincisi: Ülkenin güneydoğusu tam anlamıyla savaş alanına dönmüş bulunuyor. Kırsal kesim bir yana, kentler de PKK terörü ile yerle bir oluyor; her gün şehit ve yaralı sayısı artıyor. Kilis IŞİD roketleriyle ayrı bir acılı yıkım yerine dönüşüyor. Bu sırada başbakan görevinden alınıyor; ancak görevden alma nedeni, yaşanan bu başarısızlık değildir.
Başbakan’ın gönderilmesinin Suriye başta olmak üzere dış politikadaki büyük başarısızlıklarıyla da hiçbir ilgisi kurulmuyor; dönemindeki canlı bomba eylemlerinden ve onca can kaybından da hiçbir sorumluluğu görülmüyor.
İkincisi: Meclis, korkunç kavgalarla tıkandı; çalışamıyor. Bu, son olarak Anayasa Komisyonu’nda, üstelik iki kez yaşandı. Sonuçta HDP milletvekilleri oturumu terk etti; AKP+CHP+MHP üçlüsü, anayasaya aykırı olduğunu bile bile milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla ilgili tasarıyı oybirliği ile onayladı.
Olaya nesnel olarak bakılırsa görülür ki Meclis diğer partiler - HDP olarak ikiye bölünmüş bulunuyor. Yargıdan sonra yasama organının da çalışamaz kılınmasında AKP’nin görevi bırakan iki numarasının hiç mi sorumluğu yok?
Alkışlar; ayrıca barış isteyen öğretim üyelerinin ya da haber yapan gazetecilerin haklarını düşünce özgürlüğü kapsamında koruyamayan; bunlara dokunulamaz, bunlar yargılanamaz demeyen ve gereğini yapmayan; yalnız usulca, tutuksuz yargılansınlar dileğinde bulunabilen bir başbakan görevini “zarif, akıllıca ve erdemli” gibi övgülerle bırakıyor!
Başbakan’ın yerine kimin geleceği üzerine “fal” açılıyor; kamuoyu kayıkçı kavgalarıyla oyalanıyor; ve insanlar ölüyor; düşünce özgürlüğü yok oluyor; devlet kadroları AKP yandaşlarıyla dolduruluyor; kamu ihaleleri yoluyla iktidara bağımlı yeni zenginler yaratılıyor; Cumhuriyetin kazanımlarının kökü kazınıyor.
Muhalefetsiz Türkiye’de “o” (Cumhurbaşkanı, başkan, reis, kaptan…) ne yaparsa yapsın demokrasisi (!) hızla güçleniyor.

***

Can Dündar’a iki, Erdem Gül’e de bir kez daha geçmiş olsun diyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yerelde yeşermeli 25 Mart 2019

Günün Köşe Yazıları