Uzaya çıkmadan önce

30 Ocak 2024 Salı

Karne tatilinin içindeyiz. Aileler için bu dönemde de gündem kaçınılmaz olarak çocuklarımız. Bir toplumun geleceği bugünün çocuklarının yarına uzanan fikir ve eylemleriyle şekillenecekse benim de ilk yazımda söze çocuklar üzerinden başlamam hem güne uygun hem de yarınlarımıza bir rehber olur inancındayım.

Son yılların popüler çizgi filmleri ve bunlarla bağlantılı olarak da yaygınlaşan oyuncakları arasında basit tamir gereçlerinden iş makinalarına kadar uzanan yeni bir yönelim dikkatimi çekiyor.

Son yüzyılın oyuncak alışkanlıkları malum. Kız çocuklar için narsisistik kişilik yapısının zeminini de oluşturabilen, onları biz paradigmasından koparıp, benci, kozmetik ve sosyetik bir yaşama özendiren bebek figürleri yıllardır revaçta. Erkek çocuklar için ise iletişimi diyalog yoluyla kurmak varken körpe zihinlerine şiddet tohumu eken tabancalar, tüfekler, savaş teçhizatları ilk akla gelenler. Sağlıklı toplumu baltalayan makyavelist iki kutup arasına sıkışmış oyuncak dünyasında, yıkıcı değil, yapıcı; yaratıcı, onarıcı bir bakış açısı kazandırabilecek bu yeni dalga mühendis oyuncaklarının yaygınlaşması müthiş bir gelişme.

Aranızda “ne yani çocuğumuz tamirci mi olsun?” diyenleriniz olduğunu duyar gibiyim. Tamirci deyip geçmeyin ve İlber Ortaylı’nın “her memlekete doktor kadar, ehli tesisatçı da lazım” sözünü unutmayın. Çünkü her mesleğin ehli kendi alanında hayat kurtarır. Tam da bu noktada bir detayı ıskalamamakta yarar var. Nasıl ki tüm yatırım inşaata yapıldığında memleket diğer alanlarda çöküşe uğruyorsa sadece inşaat oyuncaklarına yönelmiş bir yaklaşım da bizi medeniyet yolunda topal bırakabilir.

Keza toplumun, soğuk kanlı bilim insanları ve matematiğe hakim mühendisler kadar, vicdanlı düşünürler ve ufku geniş yazarlara da ihtiyacı var. Bu anlamda geçtiğimiz günlerde rastladığım bir çocuk kitabı seti ilgimi çekti: “Okuma Kültürü Mekanları” adlı bu set; bir kitabın yazımından okurlarla buluştuğu ana kadar yaşadığı tüm süreçleri 7 ayrı mekanda, 7 ayrı kitap ve hikaye ile anlatıyor. Ustalıkla çizilmiş illüstrasyonları ile çocukları bir yazarın masasına, bir matbaaya, bir kütüphaneye, bir sahaf vitrinine götürerek sadece okumaya değil yazarlığa da heveslendirecek renkli bir dünya sunuyor. Tüm bunları yaparken bugün usta yazarların bile kendi mesleğinin hukukuna hakim olmadığı “fikri mülkiyet hakları bilincini” de daha çocuk yaşta topluma aşılamayı ihmal etmiyor.  

Bir yazar olarak, gelecek nesillerdeki meslektaşlarımın yetişmesi açısından bu kitap serisini son derece heyecan verici buldum ve çocuklarınızla birlikte okumak için sizlere de bu tür yayınları öneriyorum. Bu önerileri bizim yapmamız gerekiyor, keza 1960’da hangi alanda ne ölçüde meslek erbabı yetiştirmemiz gerektiği konusunda danışmanlık görevi de üstlenmesi için kurulan “Devlet Planlama Teşkilatı”nın kapısına 2011 yılında kilit vurduk. Toplumun genç filizlerinin yönelimlerini belirleme konusundaki eksikliğimizi hatırlatmak da bu kitap setini hazırlayan sanatçılarımız misali biz yazarlara düşüyor.  

Bugün bu noktada oluşumuz ise tesadüf değil. Hacettepe Üniversitesi’nin de kurucuları arasında yer alan değerli hocamız Profesör Doktor Emre Kongar o yıllarda TÜBİTAK’ın sosyal bilimler versiyonu olarak konumlandırdığı bir proje geliştiriyor. Ne acıdır ki dönemin YÖK başkanı İhsan Doğramacı ve başbakanı Süleyman Demirel tarafından bu proje reddediliyor. Bugün halk arasında sıkça kullanılan “bana lügat parçalama, felsefe yapma, bana tiyatro oynama, edebiyat yapma” gibi sözlerin düşünce ve söylem kalıplarımızdan bir türlü çıkmaması bu tür kurumlara sahip olmayışımızdan kaynaklanıyor.

Toplumların dengeli ve sağlıklı yükselişinin sayısal uzmanlık kadar sözel ve sosyal bilimlerdeki farkındalıkla da mümkün olacağına dair bir başka unutulmaz örnek Jules Verne’in “Yirminci Yüzyıl’da Paris” romanı.  Verne bu romanında; sayısal bilimlerin, mühendisliğin, teknolojinin tek geçer akçe yol kabul edildiği; şairliğin, yazarlığın, sanatın ve felsefenin ise hiçbir değer görmediği, aşağılandığı, müthiş teknolojik ama zifiri karanlık, mutsuz bir Paris distopyası anlatır. Yaklaşık 1960’lar olarak hayal ettiği bu fantazyayı 1860’larda yaratır. Ancak yayıncısı “bu ne saçma metin” diyerek basmayı reddeder.  

Dünyanın duygudan yoksun bir mühendislikle geldiği sözde modern ama bir o kadar vahşi ve karanlık ortamı öyle geç idrak edebilmişiz ki, insanlık bu kitapla ancak 1994’de yani 130 yıl sonra ilk kez yayınlandığında buluşabildi. Oysa Jules Verne denizlerin dibinden, dünyanın çekirdeğine ve hatta aya yolculuğa kadar insan beyninin o yıllarda henüz kurgulayamadığı tüm yolculukları çok önceden zihninde ve kağıt üzerinde gerçekleştirebilmiş ve bilime olan düşkünlüğünün yanında yazının ve yazarlığın da ihmal edilmemesi gerektiğine dikkat çekmişti.

Tüm insanlığa ve toplumumuza, uzaya gitmeden 100 yıl önce aya seyahat edebilmenin hayalini kurabilen öngörüsü yüksek yazarlar yetiştirebilmemizi diliyorum. Çünkü insanlık tarihi yazının bulunması ile başlar ve geleceğini de yine yazarlar kaleme alırlar. Çocuğunuz bunlardan biri olsun istemez misiniz?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sırası mı şimdi? 26 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları