Yüksel Pazarkaya

Çoğulcu Kültür

28 Şubat 2011 Pazartesi

Avrupa’da sözde kendinden olmayanı dışlama ve horlama, yalnız aşırı sağ, Nazi çevrelerin işi değil. Geniş tutucu çevrelerden beslenmese, aslında belirli aşırı davranışlara gem vurmak çok daha kolay olur.

Önce Angela Merkel kampanayı vurdu: Çokkültürlülük başarısız! Arkasından İngiltere Başbakanı David Cameron aynı tokmağı çaldı. Son olarak Nicolas Sarkozy geldi ve Merkel ile Cameron’u onayladı: Evet, başarısız. Böylece Avrupa Birliği’nin başı çeken bu üç tutucu önderi, kendi toplumlarındaki azınlık ve göçmen kültürlerine de tahammül anlamına gelen çokkültürlü toplum tasarımını gömdü.

Bu gibi yaftalar, yığınları yönlendirir, zaten içten içe var olan karşıt duyguyu güçlendirir, dışa vurdurur, yabancı düşmanlığına, şiddete dönüştürür.

Merkel, partisinin oldum olası savunduğu laytkültür (Leitkultur - ana kültür) dayatmasını yinelerken, Cameron daha somut biçimde, herkesin ulusal kültürü benimsemesi gereğinden söz etti. Sarkozy de, Fransa’da yan yana çeşitli kültürler istemediğini söyleyerek onlara katıldı.

Bugün 27 ülkeyi, en az on beş ulusal dili kapsayan, yakın gelecekte otuz ve daha fazla üye sayısı olacak Avrupa Birliği’nin siyasi, ekonomik ve kültürel tasarımıyla ve bu tasarıma yakıştırılan değerleriyle bağdaşıyor mu, yoksa tutucu yığınsal partilerin her zaman yaptığı gibi, seçmen halkın genel rahatsızlığını -bu rahatsızlığın nedeni sanki azınlıklar ve göçmenlermiş gibi göstererek- kullanan oy avcılığı mı?

Öte yandan, ulusal kültür baskısı yanında, yine özellikle tutucu çevrelerin gündemde tuttukları küreselcilik ne anlama geliyor?

Almanya’nın belli başlı günlük gazetelerinden Süddeutsche Zeitung yazarı Stefan Ulrich, adı geçen üç lideri iyimser bir yorumla korumak istiyor:

Onlar, ülkelerinin birlik ve dirliğinin bir daha sağlanamamak tehlikesi taşıyan paralel cemaatlere bölünmesini istemiyorlar, diyor. “Laytkültür derken kastettikleri, laytdil, laythukuk, laytilkeler. Buna insan hakları, demokrasi, erkler ayrımı, hoşgörü ve diğerine saygı dahil.”

Biz de bu kurtarma çabasını, Avrupa’nın onurunu kurtarma çabasını, saygıyla karşılıyoruz da, acaba bu liderler, kastettiklerini niçin böyle açıkça ifade etmezler? Kastettiklerini katlettiklerinin ayırdında değiller mi?

Anayasaya ve yasalara uyum koşuluyla, farklı diller, farklı inançlar, farklı yaşam biçimleri, kültür çeşitlemeleridir. Aynı toplum içinde bir arada, yan yana, iç içe yaşamak hakkına sahiptirler. Bu, doğallıkla insan haklarına dahildir.

Çoğulcu demokrasiden söz ederken, çoğulcu kültürü göz ardı etmek, dahası engellemeye çalışmak, çelişkidir. Çoğulcu demokrasi inancını zedeler, yok eder. Kendi dışındaki ülkeler ve toplumlar için çeşitli kültürlerin varlığını zenginlik diye tanımlarken, biz bu zenginliği istemiyoruz, denir mi?

Ne yazık, bu tür kaymalar, Almanya, Fransa gibi ülkelerde işsizliğin arttığı dönemlerde ya da seçim sürecinde sürekli yaşanıyor.

Böylece, özellikle tutucu partiler, iktidardaysalar, sorunların sorumluluğunu üstlenmemek için, göçmenleri ve azınlıkları günah keçisi yapıyorlar.

Almanya’da bu yıl yedi ayrı önemli eyalet meclisi seçimi var. Bu seçimler Berlin’deki iktidarı değiştirmeyecek, ama birçok yasanın yürürlüğe girmeden önce onandığı eyaletler meclisi olan Federal Konsey’in birleşimini etkileyecek. Aynı zamanda 2013 yılında sırası gelecek federal meclis seçimine yatırım olacak. Bunun ülkedeki yabancı kökenlilerin, özellikle Türklerin sırtından yapılması, alışılmadık bir şey değil. Ama demokratik, insan haklarından ve özgürlüklerden yana toplumlara yaraşmıyor.

İnsanlık kültürü bir bütündür. Çokkültürlülük denen şey, birbirinden bağımsız, salt farklı, giderek karşıt kültürler değildir. İnsanlık kültürünün çeşitli renkleri, çeşitli görünümleri, kısaca çeşitlemeleridir. Birine karşı oldunuz mu, bütüne karşı olursunuz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kaygan Mantık 7 Şubat 2014
Yargı ve Demokrasi 30 Ocak 2014

Günün Köşe Yazıları