Yüksel Pazarkaya

Değişen AB - Değişen Türkiye

29 Mayıs 2012 Salı

Siyasilerden sonra şimdi Avrupalı aydınlar da Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkmaya başladılar. Onlar, niteliği değişen Avrupa Birliği üzerine de eleştirel düşünüyorlar. Hem AB, hem Cumhuriyet Türkiyesi nitelik değiştirmektedir. Bu değişim iki tarafı bütünleştirmek yerine, karşı karşıya getirebilir.

Almanya’nın kamusal Birinci Tele-vizyonu ARD’nin saygın söyleşi izlencesi “Menschen bei Maischberger” (Maischberger’in Konukları), 8 Mayıs akşamı eski Cumhurbaşkanı Richard von Weizsäcker, duayen gazeteci yazar, kitapları çok satar Ortadoğu uzmanı Peter Scholl Latour, tanınmış tarihçi Prof. Dr. Arnulf Baring ile Spiegel yazarı Jacob Augstein’ı konuk etti. Avrupa Birliği sorunlarının irdelendiği söyleşinin sonuna doğru yayını yönlendiren Bayan Maischberger, “Ekonomisi güçlenmiş, bölgesinde söz sahibi Türkiye Avrupa Birliği’ne üye olur mu” diye sordu. Kalburüstü konukların dördü de “Türkiye tam üye olamaz” görüşünde birleşti.

Merkel, Sarkozy, Seehofer gibi iktidar sahibi politikacıların, Türkiye’nin tam üyeliğini istemediklerini ve bu söylemi özellikle seçim kampanyalarında oy avı için kullandıklarını biliyorduk. Ama adı geçen dört toplum sözcüsünün bir ağızdan hayır demesine belki de ilk kez tanık olduk.

Fransa başkanlık seçiminde Sarkozy cephesi, sosyalist rakip Hollande’ı seçmen gözünde zayıflatmak için seçimi kazanırsa, Türkiye’yi AB’ye alacak söylentisini çıkardı.

İrdelersek, bu tavrı anlayabiliriz. Ama Ankara’nın konuk olarak bile açıktan istenmiyorsunuz denen Avrupa evine sığınmak, yerleşmek istemesini anlamak olanaklı değil. Elbette on yıllar önce imzalanan sözleşme ve anlaşmalarda verilen bir söz var ve bu sözden doğan hakkı talep etmek anlaşılır bir şey. Ancak, yine bu sözleşmelerde yer alan ve 1 Aralık 1986 tarihinde yürürlük kazanması öngörülen serbest dolaşım hakkından karşılıksız vazgeçen rahmetli Turgut Özal’ın kendisiydi. Yine 1997 yılında Almanya’daki Türklerin çifte yurttaş olma hakkından vazgeçen de Sayın Mesut Yılmaz oldu. Ucu açık, yani çıkmaz ayın son çarşambasına hedefli görüşmeleri kabul eden bugünkü iktidar. Berlin ve Brüksel istiyor diye Yurttaşlık Yasası’nı değiştiren de bugünkü iktidar.

AB bugünkü iktidara üyelik görüşmeleri sürecini sunarken karşılığında Kıbrıs konusunda, Ege sorununda, ekonomide, en başta da askerin yetkilerinin, daha doğrusu gücünün kısıtlanması konusunda çok önemli ödünler bekliyordu ve özellikle sonuncusunu çok rahat aldı. Bu sonucusu Washington’un da, doksanlı yıllarda ulusalcı seslerin yükselmesi yüzünden, iktidarı desteklemek için en başta gelen talebiydi. Ama burada bir çıkar ortaklığı vardı. Laik kalenin yıkılması, en azından büyük gedikler açılması iktidarın da temel hedeflerindendi.

AKP iktidarı, ucu açık görüşmelerin başlamasını havai fişeklerle utku diye kutlarken daha kısa bir süre önce, Hıristiyan Birliği diye kötülediği Avrupa Birliği’ne girmeyi gerçekten istiyor muydu, kuşkulu. Kendi ideolojik hedefleri için bir süre oraya arkasını dayamak istediği kesin. 1990 dönüşümü olmasaydı, çaresiz Türkiye’yi tam üye yapmaya hazırlanan Avrupa Birliği, ‘Demirperde’ düştükten sonra Türkiye’yi, görüşmelerin başlatılmasına karşın tam üye yapmak istemediğini açıkça dile getirdi. Ama Türkiye’nin her alanda sunduğu olanakları AB çıkarları için kullanmak istediğini de saklamadı.

İki tarafın, birbirinin saklı hedeflerinden karşılıklı haberinin olmaması düşünülemez. AB özellikle 1990 sonrası yeni dünya düzeninde, birliğin kuruluş temelini oluşturan ekonomik çıkarların uyuşumuyla bir barış kültürü ilkesinden vazgeçerek genişleme adı altında emperyal yayılmayı gerçekleştirmek istedi. Günün birinde sıra Türkiye’ye gelirse, ancak emperyal yayılmada henüz açık kalan Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Makedonya, Bosna-Hersek ve Kosovo’dan sonra gelebilir. Belki bu ülkelere düzeni Batılılaştırıldıktan sonra Ukrayna’yı katmak gerekir.

Türkiye’ye gelince, 1963 Ortaklık Anlaşması, Cumhuriyet ilkelerine hâlâ iyi kötü bağlı, laik ve demokratik 1961 anayasasının Türkiyesi ile imzalamıştır. İmzalayan Başbakan İsmet İnönü de, barış kültürü ilkesinden sapabileceği olasılığını göz önünde tutarak, imzasını gereğinde geri çekmek koşuluyla atmıştır. Ortaklık Sözleşmesi, laik düzeni, yargısı, eğitimi, demokrasisi, özgürlükleri ve insan hakları durmadan törpülenen bir Türkiye için aslında geçerliliğini yitirmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin en fazla ceza verdiği, yargının ve özerk olması gereken birçok kuruluşun tarafsızlığını yitirdiği, milletvekillerinin, gazetecilerin, yazarların, komutanların özel yetkili mahkemelerde yargılandığı ve yargı kararı olmadan süresiz hapiste tutulduğu nerdeyse seksen milyonluk bir ülkenin karar mekanizmalarında oy sahibi olmasını Avrupa kamuoyunun toplum sözcüleri ve aydınları da artık istemiyorlar. Bunun üzerinde iyice düşünmelidir. Görüşmelerin başlamasından sonraki yıllarda Ankara, Kopenhag ölçütlerine değil yaklaşmak, gittikçe daha da uzaklaştı.

Bu yüzden, siyasilerden sonra şimdi Avrupalı aydınlar da Türkiye’nin tam üyeliğine karşı çıkmaya başladılar. Onlar, niteliği değişen Avrupa Birliği üzerine de eleştirel düşünüyorlar. Hem AB, hem Cumhuriyet Türkiyesi nitelik değiştirmektedir. Bu değişim iki tarafı bütünleştirmek yerine, karşı karşıya getirebilir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kaygan Mantık 7 Şubat 2014
Yargı ve Demokrasi 30 Ocak 2014

Günün Köşe Yazıları