Zafer Arapkirli

Buldozer kendini tahrip ederken

20 Eylül 2019 Cuma

Günlerdir düşünüyorum, “bunların halini en iyi tasvir eden tabir ne olabilirdi?” diye.
Dilimin ucuna gelip gelip gidiyordu. Sonunda buldum.
Ama yine (sık sık yaptığım gibi) Shakespeare lisanından. Yine “İngilizlerin güzel bir lafı vardır” ukalalığı gibi olacak. Ama çare yok sevgili okur. Çünkü “cuk” oturuyor.
“Loose cannon on deck” (güvertede iplerinden kurtulmuş, kontrolsüz ateş eden bir ağır top). 17’nci ve 19’uncu yüzyıllar arası ahşap gemilerde savunma amaçlı kullanılan topların, kontrolden çıkıp geminin kendi güvertesindekilere zarar vermesi durumundan esinlenerek türemiş bir ifade.
Ben bunlara her fırsatta “Cumhuriyeti yıkım ekibi” diyorum ya... İşte o yıkımda kullandıkları temsili “ağır iş makineleri”nin bütün aksamı artık başıboş kaldı. Sağı solu (yani 96 yılın tüm olumlu birikimin) hunharca yıkmaktan, kırıp dökmekten yorgun düştüler. Tüm buldozerlerinin ve kepçelerinin freni patladı, adeta. Artık, kontrolsüz biçimde hareket ettiklerinden, kendi tesislerine de zarar vermeye başladılar. Yıkım ekibi olarak kullandıkları ve Cumhuriyetin temellerine koydukları dinamitler de artık “onun bunun” eline geçtiğinden, kendi binaları hasar görüyor.
Gün geçmiyor ki, kendi içlerinde ayrılmanın- bölünmenin, mızlanmanınçemkirmenin yeni bir örneği yaşanmasın. Yandaş Yalaka Yılışık Yalancı Yavşak Besleme (5Y1B) medyasının köşelerinden ülkenin tüm yurtsever, laik, demokrasi ve hukuk yanlısı kurum ve kişilerine iltihaplı kalemleri ile saldıran, kerameti kendinden menkul gazeteci-yazar bozmaları, lağım kokulu mürekkeplerini birbirlerine sıçratmaya başladılar.
Dostlukları ve ittifaklarının bozulduğu, kirli paylaşım sofrasında birbirlerine düştükleri andan itibaren ilgili ilgisiz herkese “FETÖ’cü” yaftasını yakıştırmaya çalışanlar, artık bu alçaklık unvanını birbirleri için kullanıyorlar. En son, Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e bulaşan (başbakan düşürmesi ile ünlü) bir sinsi iç teşkilat, Bakan’ın “Maklubelere birlikte kaşık sallayanlar” göndermesi ile hedefe konulmuş görünüyor. O cenahın, yani FETÖ’cü alçaklar örgütünün pek bir sevdiği rivayet olunan ve bir dönemin cemaatçilerinin “simge” yemeği olarak anılan “maklube” (Makbule ile karıştırılmasın. Bizim güzel bir komşumuzdu kendisi) sözcüğü yeniden havalarda uçuşur oldu.
Ülkenin, harabeye çevirdikleri ekonomisinde herkes kendi çapında adeta “meteliğe kurşun atarken” geriye kalan rantı paylaşım sofralarında, ellerindeki çatal-kaşık-bıçaklarla birbirlerinin üzerine yürüdükleri rivayet olunuyor. Yine harabeden beter bir durumdaki yargı sisteminde “Oraya seninki, buraya benimki atanacak” kavgaları artık ayyuka çıkarken, insana “E hani cemaat iltihabını temizliyordunuz devlet içindeki paralel yapılanmadan” sorusunu sorduruyorlar insana.
Maksadın, aslında hiç de o “Alçaklar Ordusu”nu temizlemek olmadığının, FETÖ- METÖ ayaklarında başta Türk Silahlı Kuvvetleri, Yargı, Akademi ve Medya olmak üzere Cumhuriyetin tüm sağlam kurumlarını ele geçirmek ve iğdiş etmek olduğunun tüm kanıtları, artık tartışma götürmeyecek biçimde su yüzüne çıkmış durumda.
Bir yandan Büyük Ortadoğu Projesi’nin mimarı ABD ile “çatışır” rolü oynarken, bir yandan da pekâlâ onunla ortak devriyeler atarak sözüm ona sınırlarımızın yanı başında “Bölücü Oluşum”un karşısında durdukları yalanını millete yutturmanın hesapları içindeler.
Aslında bütün hadise, ne biliyor musunuz?
Bu “başıbozuk ateş halindeki top”un, hangi duvara ne zaman toslayıp, sonunda kendi kendini nasıl imha edeceğini tahmin edebilmekte. Hani “Vurdu vurdi vuruldi…” diye bir Laz fıkrası vardır ya...
Tam da o hesap.
“Yıkti yikti yıkıldi…” diyeceğimiz günler çok uzakta görünmüyor.
Tabii ki çekirdekleri alıp karşılarına geçerek keyif içinde izlemeyeceğiz. Neticede, yıkılan bizim güzel memleketimiz. Bizim değerlerimiz. Kendilerine verdikleri zarar umurumuzda bile olmadan, bu tahrip ekibini bir an önce durdurmanın çabası içinde olmalıyız.
Bunu da tek yolu, (kim bilir kaçıncı defa, ama bıkmadan yazacağım) her alanda sıkı biçimde örgütlenerek, öncelikle hukukun ve adaletin tesisi, ardından parlamento başta olmak üzere tüm meşru kurumların sağlıklı çalıştırılmasına yönelik bir demokrasi mücadelesini yükseltmekten geçer.
Birinci sırada da emeğin örgütlenmesi.
İşçi sınıfının, adım adım yitirdiği haklarının geri alınması ve üretimden gelen gücünü her manada kullanmayı tekrar hatırlaması. Hukukçuların, gerçek kimliklerini hatırlayarak, muktedir iradeden bağımsızlıklarını hayata geçirerek davranmaları. Ve tabii akademinin, varlık nedenini yeniden keşfederek “zincirlerinden kurtulması”.
Yıkım ekibini durdurup layık oldukları yere, yani tarihin çöplüğüne gömmenin zamanıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Mektep... 29 Aralık 2021
Yandaşlık zor zenaat 24 Aralık 2021

Günün Köşe Yazıları