Zeynep Miraç

Kimse bilmiyor Devlet nerede?

08 Kasım 2015 Pazar

“Bu sonuç, MHP açısından beklenen bir sonuç değildir. Sorumluluk genel başkan olarak şahsıma aittir. Bu sorumluluk anlayışıyla, toplanacak büyük kurultayda MHP’yi yeni bir yönetime kavuşturmak, yeni bir genel başkan önderliğinde kutsal davamızı hedefe taşıyacak bir yapıyı oluşturmak görevim olacaktır.”

Bu sözler Devlet Bahçeli’ye ait.

Yemin ederim.

Küçük bir farkla.

1 Kasım 2015 değil, 3 Kasım 2002 seçimlerinin ardından sarf edildiler.

Bugün ise karşımızda aldığı yenilgiye rağmen istifayı aklından geçirmeyen, hatta gereksiz bulan bir siyasetçi var. Dediğim dedik, farklı düşüncelere kapalı, uzlaşmayan bir siyasetçi...

2002 yılında istifa sinyali verdiğinde parti tabanı onu aksine ikna etmiş, “Devlet nerede, biz oradayız” demişlerdi. Şimdi onlar da Devlet’in nerede olduğunu bilmiyorlar. Tuhaf hesaplamalarla, psikanalistlerin yorumuna muhtaç dil sürçmeleriyle, zamanın ruhunu yakalamamak konusundaki ısrarıyla ve iflah olmaz Kürt düşmanlığıyla harcadığı kredilerinden geriye ne kaldıysa orada...

Meclis’in en küçük grubu olarak en sol bölümde yer alan HDP sıralarına bakıp “O tarafı flu görüyorum” diyen Bahçeli, kibrinin öngöremediği bedeli flu gördüğü o sıralara oturmakla ödüyor şimdi.

 

Hiç çocuk olmamış gibi

1948 Osmaniye doğumlu Devlet Bahçeli. Doğduğu günün kaydı alınmayan binlerce çocuk gibi, nüfus kâğıdına göre 1 Ocak doğumlu....

Babası Salih Bahçeli, Fettahoğulları adıyla bilinen geniş bir Türkmen ailesinin üyesi. Varlıklı bir çiftçi ve tüccar. İlk eşinden iki çocuğu var, Turan ve Nurten. İlk çocuğunun adından anlaşılacağı gibi, “büyük ve müebbet Turan ülkesine” gönül vermiş koyu bir CHP’li ve İsmet İnönü hayranı...

Salih Bey henüz gençken bir rüya gördü, rüyasından geriye “Allah zengin bir devlet nasip etsin” cümlesi kaldı hafızasında... İkinci oğlunun adını Servet, üçüncüsünün adını Devlet koydu.

Babasının, kaderini ona verdiği adla çizmeye çalıştığı Devlet Bahçeli, ilkokulu Osmaniye’de 7 Ocak İlkokulu’nda tamamladı. 11 yaşındayken abisi Servet ile birlikte evden ayrılıp Adana’ya, Özel Çukurova Koleji’ne yatılı öğrenci olarak kaydoldular.

Bazı insanlar vardır, sanki hiç çocuk olmamış gibi gelir. Devlet Bahçeli de onlardan biri. Zaten çocukluk arkadaşları da Devlet Bey’in o yıllarda dahi ciddiyetiyle bilindiğini söylüyor. Bu nedenle olsa gerek, Can Dündar’ın hazırladığı 2003 tarihli “Lider Portreleri” belgeseline konuşan abisi Servet Bahçeli, Devlet Bey’de görmeye pek alışık olmadığımız gülen bir çehreyle “Okul müsamerelerinde ben mandolin çalardım, Devlet harmandalı oynardı” deyince insan şaşırmadan edemiyor.

Servet ve Devlet kardeşlerin yolu, lise çağında ayrıldı. Servet Adana’da kaldı, Devlet ise İstanbul’un yolunu tuttu. Önce Emirgan’daki Akgün Koleji’ne, sonra Ata Koleji’ne doğru...

Dünyanın 1968’e doğru gittiği ve gençlerin politize olduğu bir dönemde, o milliyetçi düşünceye edebiyat öğretmeni, 1. Ordu Komutanı Cemal Tural’ın eşi Suna Tural’ın yönlendirmesiyle vakıf oldu.

 

Kolejli ülkücü

Liseden mezun olduktan sonra hemen üniversiteye giremedi, bir yıl beklemek zorunda kaldı. Bazen Osmaniye’de babasının yanında, bazen ODTÜ’de okuyan abisi Servet’in yanında geçirdi o yılı. 1967’de artık o da üniversite öğrencisiydi; daha sonra Gazi Üniversitesi’ne bağlanacak Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi Dış Ticaret Bölümü’ne girdiğinde milliyetçi dünya görüşünü çoktan benimsemişti.

Üniversite onun kimliğini ve ait olduğu dünyayı bulduğu yer oldu. Ankara’ya gider gitmez Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi Genel Başkanı Alparslan Türkeş’in seminerlerini takip etmeye başladı. 1969’da Milliyetçi Hareket Partisi adını alan parti, 1970’lerde yükselen sol ile mücadeleye hazırlanan gençler için buluşma noktasıydı. İşgaller, eylemler, boykotlar... Üniversitelerin gündemi buydu.

Bahçeli de sol akımlarla çarpışmaya hazırdı, kendi okulunda Ülkü Ocakları’nın bir önderliğini yaptı ve 1969’da okulu bir grup arkadaşıyla beraber solcuların elinden ‘kurtarmak’ için işgal etti.

1971’e gelindiğinde hem iktisat bölümünde asistan hem de Türkiye Milli Talebe Federasyonu Genel Sekreteriydi. Varlıklı ailenin kolejli çocuğu Devlet Bahçeli, çevresindekilerin Devlet Abisi’ydi artık. Özenli giyinir, iyi yerlerde yemek yer, hesabı kimselere ödetmezdi. Çevresindekilere anlattığı bir tıraş felsefesi vardı: Alnı ve ensesi her daim açıktı; övenler alnından öpebilsin, yerenler ensesine bir uyarı fiskesi bırakabilsin diye... Devlet Bahçeli’yi alnından öpmeye ya da ensesine şaplak atmaya cesaret eden olmuş mudur, merak etmemek elde değil.

 

Kader kısmet

Akademi ile örgütlü siyaseti birlikte yürüttü uzun süre. Ülkücü Maliyeciler ve İktisatçılar Derneği’ni (ÜMİDBİR) ile Üniversite Akademi ve Yüksekokullar Asistanları Derneği’ni (ÜNAY) kurdu, genel başkanlığını yaptı. Toplam üniversite sayısının 30’u geçmediği yıllardı, her üniversitede şubeleri vardı. 12 Eylül’de kapatılmayan nadir derneklerden biri oldu ÜNAY. Bahçeli de cezaevine girmeyen nadir ülkücülerden biriydi. Oysa 1978 yılında bagajından iki makineli tüfek çıkan bir beyaz Renault’nun onun adına kayıtlı olduğu anlaşılmıştı. Ne sorgulandı ne de bu konuda tek kelime etti.

1987’de yardımcı doçent unvanıyla Gazi Üniversitesi’nde öğretim üyeliğini sürdürürken hemen herkesin üzerine vazife edip sorguladığı evlilik meselesi gündeme geldi. Ancak evlilik yerine bambaşka bir teklif kapıdaydı... 12 Eylül’de kapatılan MHP’nin yerine kurulan Milliyetçi Çalışma Partisi ‘nin Genel Başkanı Alparslan Türkeş’ten davet aldı ve genel sekreter sıfatıyla partinin örgütlenmesini üstlendi. Evlilik fikri rafa kalktı. Bundan sonra her sorulduğunda benzer sözlerle karşılık verdi: “Bu bir kader meselesidir, üzerinde tartışma da yapılmaz, keşke demek de olmaz. Pişmanlık demeyelim ama aile kurulsaydı olurdu.”

1987’deki seçimler parti için bir hezimetti, 1991 seçimlerine Refah Partisi ile ittifak halinde girdiler. RP barajı aştı ama Bahçeli milletvekili seçilemedi.

Milliyetçiler için zor yıllardı, beklenen başarı bir türlü yakalanamıyordu. Parti yeniden MHP adını alıp girdiği 1995 seçimlerinde yine baraj altında kalınca Başbuğ’un yönetimi sorgulanmaya başladı. Iki yıl sonra ise MHP tabanı değil ama emr-i Hak Türkeş’i onlardan ayırdı. Yapılan kongrede Alparslan Türkeş’in oğlu Tuğrul Türkeş ile rakip olmasına karşın Devlet Bahçeli genel başkan olmayı başardı. “Devlet’in başına Devlet geçecek” sloganıyla arkasına güçlü bir rüzgâr almıştı. Yalnızca partinin değil, ülkenin içinde esen rüzgâr da ondan yanaydı. 1999 seçimlerinde yüzde 18 oy alarak partisini hem Meclis’e hem de koalisyon ortağı olarak iktidara taşımayı başardı. Dünya görüşünü miras edindiği babasının 20. ölüm yıldönümünde, 19 Nisan 1999’da 130 milletvekiliyle birlikte Meclis’teydi.

Kolay bir dönemini kimsenin görmediği Türkiye zor bir eşikteydi yine... Avrupa Birliği müzakereleri zorla yürüyor, idamın kaldırılması konuşuluyordu. Devlet Bahçeli militan bir ülkücü olmak yerine uyumlu bir devlet adamı olmayı tercih etti. 2000 yılında Sabah gazetesinin yaptığı habere göre hayatını parti ve devlet işleri olarak ikiye ayırmıştı. Hatta parti gezilerine Volvo marka aracıyla, devlet işlerine Mercedes’le gidiyordu.

Klasik otomobile eskiden beri meraklıydı, “Abartılacak bir şey yok” diyordu; “Hepsi iki külüstür Volvo, iki eski Mercedes, bir adet de 1987 model kırmızı bir Buick marka arabam var. Hafta sonları fırsat buldukça onlarla dolaşıyorum.”

2013 yılında 23 Nisan özel oturumuna 06 DB 1923 plakalı 1982 model Mercedes’iyle gitmişti. Plaka hassasiyeti bununla sınırlı değildi, klasik Mercedes’i 06 DB 2023 plakasını taşıyordu. “Birileri hazıra konup bizim 2023 projemize sahip çıktı” demişti, “Baktık her şeyimiz kopyalanıyor, onu kaptırdık bunu kaptırmayalım diye plakayı üzerimize aldık”.

 

'Önce sen istedin bu hayır neden'

Otomobillerinin yalnızca plakaları değil, anahtarlıkları da mesaj taşıyordu. Sekiz köşeli Selçuklu sembolü, bazıları yıllar içinde aşınan sekiz ilkeyi hatırlatıyordu: Sabır, şükür, sadakat, merhamet, doğruluk, sır tutma, acizliğini bilmek ve cömertlik.

Koalisyon ortağı olduğu sürece Genel Merkez’de de, Başbakanlık’ta da kendi parasıyla aldığı özel suyu ve bardağı bulunuyordu. Titizliği berdevamdı, masanın üzerinde her daim bir şişe kolonya duruyordu. Günde iki pakete yakın sigara içiyordu ama toplantılarda sigara içmek yasaktı. Hal böyle olunca hiçbir toplantı bir saati aşmıyordu.

Asıl bir toplantı vardı ki, üç paket sigara içse yeriydi. 2001 Şubat’ında yapılan MGK toplantısı... Bülent Ecevit ile Hüsamettin Özkan’ın arasındaki sandalyeye oturduğunda biraz sonra önüne düşecek Anayasa kitapçığının ülke tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birine yol açacağını bilmiyordu. Krize verdiği tepki, erken seçimde ısrar etmek oldu. Böylece kendisiyle birlikte iki partinin daha ipini çekti; MHP, ANAP ve DSP barajın altında kaldılar.

2007 seçimlerinde yüzde 14 oyla partisini yeniden Meclis’e sokmayı başardı. 2011’de yüzde 13, 7 Haziran 2015’te yüzde 16 oyla MHP oylarını bir standarda taşımış görünüyordu.

8 Haziran’da başladı erken seçimi telaffuz etmeye. Bütün koalisyon önerilerini, “Devletin başına Devlet geçmeyecek” dercesine reddetti.

Ve ülkenin yangın yerine döndüğü günleri, hayran olduğu Ferdi Tayfur’un “Her Şeyi Bitirdik” şarkısını hatırlatacak bir ruh haliyle geçirdi:

“Önce sen istedin bu hayır neden / Biz aşkla başladık bu gurur neden / Şimdi sen yolcusun başka kollara / Şimdi ben yolcuyum meçhul yollara / Bu aşkı yarına götüremedik / Ne yazık sonunu getiremedik”.

MHP sonunu getiremediği bu yolda, 1 Kasım’da barajın altında kalmaktan son anda kurtuldu. Seçim sloganı “Sen bilirsin, Türkiye”ydi. İmla ile başı hoş olmayan Türkiye aradaki virgülü görmezden geldi, bu sloganı “Ne halin varsa gör” diye anladı. Küskün MHP’liler seçim sonucunu belirledi.

Bu topraklar özür dilemeye alışkın değildir. Hele özeleştiriye hiç... Devlet Bahçeli de özrü kıt, mazereti bol ülkenin siyasetçisi. Belli ki 2002 yılında cebinde taşıdığı istifa mektubunu yırtıp atalı çok olmuş. Şimdi Twitter’dan sitem dolu mazeret mektupları yazıyor:

“BOP’a evet desem, küresel ablukaya ses çıkarmasaydım benden iyisi olmazdı. Harama göz yumsam, hıyanete göz kırpsaydım baş tacı edilirdim. Ya da çözülme dediklerinde durmayın daha da çözün, bölün, Türklüğü yok edin, Türkiye’yi parçalayın deseydim el üstünde tutulurdum”.

Ve bu haliyle fena halde hak ettikleri kırmızı karta dakikalarca itiraz eden futbolcuları hatırlatıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kendine müslüman 25 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları