Diyete doyamadık...

Çağdaş insanın en büyük mücadelesi olan fazla kilolardan kurtulma sevdasının kökleri 19. yüzyıla dayanıyor.

Ömür Tanyel

Diyet yapmak, sağlıklı yaşam akımlarının yükselmesi ile hızla yaygınlaşıyor. Bu büyümeye tabii ki yarattığı ekonomi de eşlik ediyor. Her ne kadar yeni bir kavram olmasa da eskiden sırf “yediklerini azaltmak” olarak kabul edilen durum onlarca farklı tarifle karşımıza çıkıyor. Amazon’da Türkçe yayımlanmış 100’den fazla farklı diyet kitabı müşteri beklerken Akdeniz diyetinden taş devri diyetine, ketojenik diyetten pegan diyetine değişik isimlerle sizleri bu yolculuğa çağırıyor.

Diyet macerasının yaygınlaşmasının 19. yüzyılın ilk yarısında başladığını söylemek mümkün. Dönemin Amerikalı siyasetçisi Sylvester Graham tam buğdaydan yapılmış undan yapılacak ekmekleri önerirken hayvansal gıdalardan da uzak durulmasını istiyordu. Koyu bir Protestan olan Graham önerileri ile bazı çevrelerde “vejeteryanlığın babası” olarak kabul edilse de seçimleri çoğunlukla inancına bağlıydı. İnsanların, cennet bahçesindeki Adem ve Havva gibi yalnızca bitkileri yemesi gerektiğini düşünüyordu.

Böyle bir diyete bağlı kalmanın kirli düşüncelere kapılmayı önleyeceğine inancı vardı. Bu kirli düşüncelerin başında ise mastürbasyon vardı. Çünkü ona göre mastürbasyon, körlük ve erken ölüm için bir katalizördü. Beslenme fikirleri yanında bu konuda 1834’te yayımladığı “Kendini Kirletme Üzerine” adlı kitabı bir nesil Amerikalı erkeğin korku içinde ilk gençliklerini geçirmelerine yol açmıştı.

İNCELTME SALONLARI

Takip eden yıllarda sırf zayıflamayı değil, güzelleşmeyi de sağlayacağı iddia edilen iksirler, macunlar, karışımlar ortalığa yayıldı. Buna tuz banyolarından yoğurt lavmanlarına dek değişik uygulamalar da eşlik ediyordu. 20. yüzyılın başında ise “inceltme salonları” Amerika başta olmak üzere pek çok ülkede açılmaya başladı. Buralarda yer alan cihazlar kişinin bedeninin iki silindir arasında seksener defa yukarı ve aşağı yöne olmak üzere sıkıştırıyordu. Yatay yönde çalıştırıldığında ise kalça ve basen bölgesini inceltmede emsalsiz olduğu reklamlarda duyurulmaktaydı.

İlk diyet formülleri de ortaya çıkmaya başlamıştı. Her öğünde bir greyfurt yenilirse kilo vermeyi vaat eden greyfurt diyeti 1930'larda sükse yapmıştı. Kişinin tüketebileceği kadar lahana çorbası içmesine izin veren diyet 1950'lerde pek de sevilmeyen gıdaları sihirli formül olarak insanlığın karşısına çıkardı. Akdeniz diyetinin daha tedavüle sokulmadığı 1960’larda Japonların soya, kahverengi pirinç ve sebzelerden oluşan yemeklerine dayanan makrobiyotik diyet yaygındı.

ATKINS’LE DİYET DEVRİMİ

1972'de ise kardiyolog Robert Atkins, “Diyet Devrimi” kitabını yayımladı. Çeşitli baskılarla sadece Amerika’da 15 milyondan fazla sattı. Sert karbonhidrat kısıtlamasını temel alan diyet bedeni yakıt kaynağı olarak yağın kullanıldığı ketozise yönlendirmekteydi. Ancak 2002’de 117 kilogram ağırlığındaki Atkins’in koroner damarlarda tıkanma sonrası kalp krizinden ölümü, diyetini sorgulayan tartışmaları alevlendirdi. Acaba hoca talkını verirken kendi salkımları mı yutmuştu?

Pop çağı olarak tanımlanan 80’ler ise ekran aracılığı ile ünlenen kişileri odağına alan Beverly Hills diyetinin yükselişine tanık oldu. Ananas kilo verdirmeye yardımcı bir meyve olarak gözde bir gıdaydı. 21. yüzyılın başlarına doğru o güne dek doğru bildiklerinin yanlış, yanlış bildiklerinin doğru olduğunu düşünen bilim dünyası tüm yağların kötü, karbonhidratların ise iyi olduğunu savunmaktan vazgeçip yağları güzellemeye başladı. 1990'larda olaya tıp ile beraber akademik anlamda diyetisyenlik ve hatta arkeogastronomi el attı.

Artık herkes zeytinyağı, tam tahıllar, yağsız et ve balık gibi sağlıklı yağ kaynaklarına ve bol taze sebzeye dayalı Akdeniz diyetine yöneliyordu. Ancak tüm bunlara karşın zayıflama ve sağlıklı olma odaklı diyet yapma bedenlerden önce zihinleri zorluyordu. Diyete uyamamanın en büyük düşmanı insanın ilkel beyni ve onu istemsizce yönlendiren prefrontal korteksiydi.

GIDA ALGISI

Algının beslenme davranışını etkilediği değişik bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir. Örneğin tüketiciler bir gıdanın sağlıklı olduğunu öne süren bilgileri gördüklerinde genellikle gıdanın lezzetinin daha düşük olduğunu varsaymakta ve bu durum onların üründen aldıkları zevki azaltmaktadır. Yine tüketicilere bir gıdanın sağlıklı olduğu söylendiğinde kalorisi düşük olarak algılanmakta ve bu da aşırı yemeye yol açmaktadır. Büyük porsiyonlar ise tüketicilerin porsiyonlarını bitirme eğilimine girmesine ve aşırı yemelerine yol açmaktadır.

Görülüyor ki bu pilav daha çok su kaldıracak. Milyar dolarlık sektör ise insanları bir yandan diyete çağırırken bir yandan da algılarına ayar vermeye çalışacak. Son sözü Mark Twain’ e bırakalım:

“Sağlığınızı korumanın tek yolu istemediğinizi yemek, sevmediğinizi içmek ve istemediğiniz şeyi yapmaktır."