Gençlere Neandria’dan bakmak...

Reha Erdem’den Türkiye’nin ilk ekolojik sürdürülebilir yapımlarından biri...

Başak Bıçak

Hellen dilinde, “genç adamın yurdu” anlamına gelen Neandria antik kentinin yakınında bir köy... Suna ve Mako, bir evin duvarının dibinde gelecekle ilgili düşlerine ve kaygılarına ilişkin konuştuktan sonra köydeki insanlara soruyorlar: Mutlu musun?

Köy ahalisinin her birinin yanıtı farklı ancak soru aslında annesinin zoruyla atletizm yapsa da yarışmaktan hoşlanmayan Suna’nın, sarhoş babasını idare etmek zorunda kalan Mako’nun veya köyde hiçbir şey olmadığını düşünen ve sosyal medyadaki kanalı vesilesiyle influencer olmaya çalışan Filiz’in geleceğe yönelik endişelerinin özünü oluşturuyor. Ve “Neandria”nın pek çok katmandan oluşan yapısının da çekirdeğini inşa ediyor.

Neandria’da bu sahneyi gördüğümde ilk anda aklıma İtalya’daki gençlere, geleceklerine yönelik ne düşündüklerini soran belgesel “Futura” (2021) geldi. Pandemi öncesinde ve sırasında ülkenin farklı yerlerinde yaşayan gençlerin cevapları, geleceklerine dair ümitsizliklerinden hareketle bir İtalya panoraması çıkarıyordu.

Nitekim Neandria’yı izledikçe ilk anda Suna’nın çevresinde şekillenen ve iklim krizinden taş ocaklarına, gözü dönmüş avcılardan altın ararken yöreyi tahrip eden definecilere değin pek çok temayı barındırdığını düşündüğüm filmin sorununun aslında gençlerin dertleriyle çevrelendiğini fark ettim. Yönetmen Reha Erdem, anlatısını kırsal bir zemine oturtuyormuş gibi gösterse de köyde yaşayan gençler aracılığıyla topluma, toplum aracılığıyla da küresel meselelere uzanan bir öykü geliştiriyor ve gençlerin ailelerine, kendilerine dayatılanlara, dünyanın sürüklendiği yere isyanı da bu zeminin harcını karıyor.

UMUTSUZLUK VE ÇARESİZLİK

Açılış planında, uzun bir süre koşarken izlediğimiz Suna (Deniz İlhan) ve onun hikâyesi, “Neandria”nın kalbinde yer alıyor. Annesinin zoruyla yarışlara hazırlanan ancak bunun için ne isteği ne de yarışlara hazırlanacak maddi olanağı olan Suna’nın umutsuzluğu ve çaresizliğinin tetikleyicisi ise dere kıyısında ölü bulunan bir kız oluyor. İlginç olan yüzyıllar öncesinden kalan taşlarla çevrili, Suna’nın deyimiyle “halkı kötülüklerden korumak için örülmüş” büyük duvarların kalıntılarından kalan taşların, hikâyede farklı anlarda görünürlük kazanması.

İlkin ölü bulunan kızı ceplerine doldurulan bu taşlar, daha sonra bulunan başka bir ölüde ve hatta köye gelen “tuhaf” imamın, Suna’yı susturduğu anda bile karşımıza çıkıyor. Elbette bu taşlar büyük anlamlar barındırmaktan uzak, yalnızca bir antik kentin mirasıyla “lanetlenmiş” bir köy halkının göstergesi... Definecilerin, taş ocaklarıyla zengin olmaya çalışan insanların yaşadığı tarihin, doğanın ve insan sağlığının hiçe sayıldığı bir coğrafyada insanların gözlerini bürümüş hırsın da simgesi bir bakıma...

Gerçekten de Suna’nın çevresindeki insanların hemen hepsi ya ihtirasla boğulmuş ya delirmiş ya kendisini alkole vermiş ya avlamayla, defineyle aklını yitirmiş veya yalanlarla bir dünya inşa ediyorlar. Gençler ise yetişkinlerin “yaşanılamaz hale getirdiği” dünya ile ilgili kaygılı, umutsuz ve mutsuz. Haberlerde gördükleri ve üzerinde yaşadıkları gezegen sel felaketleri, yangınlarla kavrulurken yetişkinler umursamaz bir halde ancak gençler kendi yöntemleriyle tepki gösteriyorlar.

Bu elbette Reha Erdem’in geleceğe ve gençlere yönelik ümidinden ileri geliyor ancak “Neandria”yı çekerken filmini Türkiye’nin ilk ekolojik sürdürülebilir yapımlarından biri haline getirmesi, söz konusu meseleler hakkındaki hassasiyetinin sırf söylemden ibaret kalmaması bakımından değerli. Başka bir deyişle, Erdem gençlere Neandria ile yalnızca kuru sloganlar bırakmıyor, yaşanabilir bir dünya emanet etmek için bir adım atıyor.

Puanım: 6/10