Yaşamı yöneten ikilemler…

Ahlak ve yasa arasındaki çelişkiler, söz konusu tıp ve ölüm olduğunda sağlık çalışanlarını büyük çıkmazlara sokabiliyor.

Ömür Tanyel

Sel suları kenti esir almıştı ve binaların ilk katlarına dek yükselmişti. Çatılarda çaresiz, yardım bekleyen insanlar vardı. Felaketin başlangıcından yaklaşık 13 gün sonra kentin önemli bir hastanesine ulaşan yetkililer 45 ceset ile karşılaştılar. Sayı önemliydi çünkü kasırganın başlangıcından beş gün sonra tahliye edilmiş bir merkezde bu kadar yüksek ölüme başka yerde rastlanmamıştı...

2005 Ağustosu’nda oluşan Katrina kasırgası, ABD’de özellikle New Orleans ve çevresinde 1800'den fazla ölüme, 125 milyar dolarlık hasara yol açtı. İstatistiklere göre en yıpratıcı felaketlerden biri olan bu afette kentin köklü kurumlarından Memorial Hastanesi de gündemi uzun süre meşgul etti.

Kasırganın ilk dalgası sonrası başlayan sel nedeniyle hastaneyle irtibat bozuldu. Binada 200’ün üzerinde hasta vardı.

Çevreden sığınanlarla beraber 2 bin kişiye ulaşan bir topluluğa ev sahipliği yaptı. Elektriklerin kesilmesi, suların akmaması ve 45 dereceye varan sıcaklık yanında gıda ve içme suyu stoklarının tükenmesi kendini medeniyetin beşiği olarak gören bir ülkenin büyük bir kent hastanesinde can pazarına neden oldu.

Sonunda beşinci gün yerel yönetim, hastanenin birkaç saat içinde tahliyesine karar verdi. Hareket olanağı sınırlı ve yatalak hastaları zor bir süreç bekliyordu.

ÖTANAZİ Mİ YAPILDI?

Olayların ardından gözler hastanenin doktorlarından Anna Pou’ya çevrildi. Çünkü 45 cesedin ne şekilde öldüğü araştırılırken çoğunun kanında güçlü bir ağrı kesici olan morfin ve anestezide kullanılan midazolam bulunmuştu.

Hastalıkları ile ilgisi olmayan bu ilaçların ortaya çıkardığı ötanazi olasılığı, Pou’nun hastane eczanesinden bu ilaçları bolca temin etmesi, felaket sırasında “Onları rahat ettirmeliyiz” gibi söylemleri ile birleştirildiği zaman güçleniyordu. Taşınması zor hastaları bilerek öldürmekle suçlanan Anna Pou, kendini “kasıtlı adam öldürme” suçundan jüri karşısında bulmuştu.

Ötanazi, eski Yunanca eu (iyi) ve thanatos (ölüm) kelimelerinin birleşiminden oluşur ve ıstırabı ortadan kaldırmak için bilinçli olarak yaşamı sona erdirme uygulamasına verilen isimdir. Farklı ülkelerde değişik yasalarla düzenlenmiş hukuki sınırları vardır. Ancak hasta onayı olmadan yapılan ötanazi cinayet olarak kabul edilir.

Ahlaki ve yasal ikilem özellikle sağlık çalışanlarınca sıkça karşılaşılan bir durumdur. Ülkemizde hemşireler üzerinde yapılan bir değerlendirmede en çok karşılaştıkları etik ikilem, “hastanede kullanılan malzemelerin teminine ilişkin etik ikilemler” olarak görülmüştür.

Sınırlı sayıdaki malzemenin belki de tek hastada kullanılıp bitebileceği, ona karşın bunun yönetime açıklanamayacağı korkusu uzaktan ne kadar da basit gibi gözüküyor değil mi? Öte yandan bazen de hastanın ve yakınlarının tercihlerinden doğan sınırlamalar bu kararları almayı güçleştirir. Yehova Şahitleri’nin kan nakline karşı duruşları bunun tipik örneklerinden.

AHLAK VE YASA ARASINDA

Charles Taze Russell tarafından 19. yüzyılın sonlarında Pensilvanya’da kurulan teşkilat, İncil’in bazı ayetlerden yaptıkları çıkarımlara göre kan naklini reddetmektedir. Bir şekilde kan nakli olan mensuplarına da “müşareketten kesme” adlı cemaatten çıkarma yaptırımını uygularlar.

İşte bu durumda kan kaybı ile gelen bir hastanın karşısında hekimin gireceği etik ikilemi tahmin etmek zor olmasa gerek; bir yandan yazılı rızasıyla kan takılmasını istemediğini belirten hasta, bir yandan meslek ahlakı nedeniyle tedaviyi uygulamak isteyen doktor. Günümüzde programlı ameliyatlarda hastanın kendi kanını önceden hazırlayarak vermesi gibi yöntemler uygulanıyor.

Ancak acil vakalarda bu durum sorundur. Hekim görüşünün hasta tarafında da ikilemlere yol açtığı muhakkak. Sonu bilindiği halde yanlış kararlarda diretmek ise daha acı olanı.

Stephanie Keene (Bebek K.), 1992 Ekimi’nde doğduğu zaman herkesi şaşkınlıkla karışık korku içinde bırakmıştı. Kafatası ve beyni yoktu. Beynin solunumu yöneten alt kısımları dışında gelişimi tamamlanamamıştı. Anensefali denen bu durum anne karnındaki organ gelişim sürecinde yaşanan bir aksamadan olur. Bu şartlarda doğan bebekler saatler ve günler içerisinde ölürler.

Bu nedenle hamilelikte tespit edilirse doğumun sonlandırılması önerilir. Stephanie’nin de annesi, doğum öncesi kontrolünde bu durum konusunda uyarılmasına karşın inançları nedeniyle çocuğu dünyaya getirmeye karar vermişti.

Ancak sürekli solunum cihazına ihtiyaç duyan bebeğin herhangi bir tedavisi olmayan durumu da göz önüne alındığında “nafile bir çaba” tartışması başlamıştı. Hukuki süreçte mahkeme olayla ilgili ahlaki ya da etik bir duruş almayı reddederek yasaların uygulanacağını söyledi. Bebek K Davası, hekimlerin gerçekçi tıbbi kararlar verme hakkının engellendiği yönündeki görüşlerin de seslendirilmesine yol açtı.

ANNA POU’YA NE OLDU?

Doktor Anna Pou, Katrina kasırgasından yaklaşık iki yıl sonra tüm suçlamalardan beraat etti. Zor zamanlarda hastaların yanında olmuştu ve bu ölümlerle ilişkilendirilemezdi. Her ne kadar tanık ifadeleri ve patoloji raporları olsa da tüm felaketin suçunu tek bir kişinin üzerine atmayı büyük jüri uygun görmedi.

Stephanie ise cihaza bağlı tutulması nedeniyle iki yıl kadar yaşadı ve kalp durması sonucu beklendiği gibi öldü. Her kararın doğruluğu ve yanlışlığı elbet tartışılabilir. Ama işin öznesi “insan” olunca tek başına ne yasal ne ahlaki kavramlar bazen yeterli ve tatmin edici olmaz.

KAYNAKÇA

  1. https://www.theguardian.com/world/2014/feb/07/hurricane-katrina-after-the-flood

  2. Elçigil A. Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi, 2011; 14: 2.

  3. O'Rahilly, M; Muller, F (1992). Human Embryology & Teratology. New York: Wiley-Liss, Inc.