Kırmızı Oda'nın terapisti Deniz içini döktü

Burak Sevinç, “Günümüz ilişkileri bana sahte geliyor. İnsanların aralarında varmış gibi görünen bağlar, yavan, çıkar ilişkileri, ego tatmini üzerine kurulu bir dünya” diyor.

Fatih Türkmenoğlu

Bir psikiyatri kliniğinde doktorların ve onlara başvuran danışanların hayatları her hafta evimize konuk oluyor. Yaşadığımız sorunlarla ekranda yüzleşmemizi sağlayan, bazen de “Neler varmış” dedirten Kırmızı Oda dizisinde Doktor Deniz’i canlandıran Burak Sevinç, “Günümüz ilişkileri bana sahte geliyor. İnsanların aralarında varmış gibi görünen bağlar, yavan, çıkar ilişkileri, ego tatmini üzerine kurulu bir dünya” diyor… Dünyanın halinden, kendi psikolojisine sohbet ettik. 

- Bizim en büyük dertlerimiz neler?

En büyük dertlerimiz sağlık ve para. Bu hep böyleydi tabii ama son aylarda içinde bulunduğumuz pandemi süreci itibarıyla, insanları artık tüketti. Hayattaki endişelerimizi katladıkça katladı. Ne olduğunu bu sürecin nereye gittiğini de kestiremediğimiz için, psikolojik olarak ister istemez çöküntüye neden oldu. Her zamankinden daha endişeli, daha korkak, daha tahammülsüz insanlar haline geldik ne yazık ki.

- Dizide her bölümde çeşit çeşit sıkıntıyla uğraşıyorlar... Hayatta bunlardan ne kadarıyla karşılaştın?

Dizide çekilen hikâyelerden hiçbiriyle gerçek hayatta haberler ve sosyal medya araçları dışında karşılaşmadım açıkçası. Kimse karşılaşmak ya da yaşamak istemez. Senaryoyu okuduğumda, bu kadarı olamaz diyebileceğim, hatta inanamadığım bir sürü hikâye. Çevremizde hâlâ daha yaşanıyor bu olaylar ve çok üzücü.

- Günümüz ilişkileri nasıl sence?

Sözüm meclisten dışarı tabii, genelleme yapıyorum gözlemlediğim kadarıyla. Günümüz ilişkileri bana sahte geliyor. İnsanların aralarında varmış gibi görünen bağlar, yavan, çıkar ilişkileri, ego tatmini üzerine kurulu bir dünya. Bunda yetiştirilmenin ve sosyal medyanın çok büyük katkısı var ama hayat da seçimlerimizle bizi bu noktaya getirdi sanırım. Komşu komşuya işi düşmese selam vermez hale gelmiş. Saygı, hoşgörü bitti bitecek, empati yok, at gözlüğü takıp devam ediyor kendi içlerinde insanlar. Dediğim gibi bu bir genelleme, içinde yaşadığımız ülkeye baktığımda.

HAYATIM FİLM OLSA ONUR ÜNLÜ ÇEKSİN İSTERDİM

- Bugüne kadarki yaşamınızı bir yönetmen çekecek olsa hangisinin dili sizi yansıtırdı? Ve bu film, hayatınızdaki hangi olayla açılışı yapardı?

Hayatım film olsaydı Onur Ünlü’nün kaleme alıp çekmesini isterdim. Film olacak bir hayatım yok tabii... Ünlü’nün işlerini çok seviyorum, duygusal olduğu kadar vurdumduymaz, işin komedisini, gerilimini, hüznünü, sevincini yaşadığın sahnelerden bir anda fantastik bir dünyaya geçebiliyorsun. Hem gerçek hem saçmalıklarla dolu olay örgüleri. Ve tabii kahramanımız gülerek doğar. Güzel bir açılış sahnesi!

İKİ GÜN SONRA SETTEYDİM

- ‘Kırmızı Oda’ya nasıl çalıştın?

‘Kırmızı Oda’ya oyuncu olarak çalışma ve hazırlık sürecim olmadı benim. Anlaştıktan iki gün sonra setteydim zaten. Bir oyuncu olarak bendeki malzemeyi, yapımcının, hikâye sahibinin, senaristin ve yönetmenin istekleriyle harmanlayıp ortaya çıkarmaya çalıştım.

EN ÖNEMLİ SAVUNMA MEKANİZMASI YALAN

- Diziden sonra olaylara farklı bakmaya başladın mı? Sence terapist olmak insanın kendi problemlerini çözer mi? Analiz etmek her zaman işe yarar mı? Ya bazen anlamamış gibi yapmak...

Terapist olmak insanın kendi derdini çözmesine yardımcı olmaz sanırım. Terzi kendi söküğünü dikemez demişler, boşa bir laf olduğunu düşünmüyorum. Hepimiz insanız ve hepimizin tıkandığı, yardıma muhtaç olduğumuz anlar var. Bir terapistin başka bir terapistle olan sahnelerini izlediğimiz diziler ya da filmlerde de gördük daha öncesinde. Ne kadar analiz yapsak da insanın başka bir bakış açısına, bir yoruma ihtiyacı oluyor dışardan bakamadığımız için. Ve çözüm uygulaması olmadığı sürece analizin pek işe yarayacağını düşünmüyorum.

- En çok kullandığın savunma mekanizması hangisi? En çok söylediğin yalan?

En önemli savunma mekanizması yalan. Başkalarına değil tabii, kendine söylediğin! Benim en çok kullandığım ise, “Çok da önemli değil ya da iyiyim, bir şey yok.”

- Türk insanı neden lütfen demez, özür dilemez, hatalıydım demez?

Sadece Türk insanı için geçerli değil tabi bu, her millette var böyle insanlar ve ne yazık ki hiç de az değiller. Tamamıyla bir ego, benmerkezci bir tavır. Kendini başkalarından büyük gören, karşındakini içten içe aşağılayan bir kişiliğe sahip insanlar. Sosyal çevre, ekonomik durum, kültür farkı, aile içi konumu ve yetiştirilme tarzıyla alakalı şekillenen bir psikoloji.

MARANGOZLUĞA MERAKLIYIM

- Kendini nasıl rahatlatırsın?

Kendimi en iyi müzikle rahatlatıyorum, benim için deşarj alanı. Marangozluk işlerine de yıllardır çok meraklıyım, ahşapla ilgilenmeyi çok seviyorum. Evimdeki birçok eşya benim elimden çıkma. Terapi oluyor benim için. Saatlerce hiçbir şey düşünmeden uğraşabilirim, sabahladığım bile oluyor. Film ya da dizi izlemek. Güzel bir iş buldum mu kaptırıyorum kendimi, dünyayla bağım kopuyor resmen. Dinleniyorum açıkçası.

- Karşındakini anladığını nasıl hissettirirsin?

Karşındakini anlamanın, anladığını hissettirmenin en iyi yolu; ona, onu gerçekten dinlediğini göstermek, dinlerken gözlerinin içine bakmak diye düşünüyorum. Ve anlattıklarıyla ilgili ucu açık sorular sormak, “Neden”, “Nasıl” gibi. Kendini düşünceni bir kenara atıp, empati kurarak ufak tefek yorumlarda bulunmak da karşındakini dinlediğini, anladığını ya da en azından anlamaya çalıştığını gösterir bence.

-Sohbet tıkandığında ne kadar susarsın?

Ben çok konuşkan bir insan değilim açıkçası, o yüzden sohbet karşı taraftan açılmadıkça genelde susan taraf oluyorum. Uzun süre.