Patatesin tesellisi

Olumsuz koşullarda hıncını yemek yemekten çıkaranların, iyi hissetmek için teselliyi yemeklerde bulanların bildiği bir şey varmış. Bazı yemekler size iyi hissettiğiniz anları hatırlatıyor.

Sinem Dönmez

Aşk acısının, varoluş sancısının, ofiste işlerin ters gitmesinin, arkadaşa kırgınlığın, hayata küskünlüğün hepsine deva bir tek şey var. Kısa süreli ama var: Yemek yemek. Çok üzülünce canının anne keki çekmesinin, bir Selanik gevreği, bir un kurabiyesi, yahut Paskalya çöreği için üç market gezmenin, o pilav tutsa bile anne pilavı gibi olamadığı için tutmamasının, filmlerde aşk acısı çeken kadınların bir kova dondurma yemesinin bir nedeni var. 

Marcel Proust, “Kayıp Zamanın İzinde” kitabında şöyle der: “Uzak bir geçmişten geriye hiçbir şey kalmadığında, insanlar öldükten, nesneler yok olduktan sonra, bir tek, onlardan daha kırılgan, ama daha uzun ömürlü, daha maddeden yoksun, daha sürekli, daha sadık olan koku ve tat, daha çok uzun bir süre, ruhlar gibi, diğer her şeyin yıkıntısı üzerinde hatırlamaya, beklemeye, ummaya, neredeyse elle tutulamayan damlacıklarının üstünde, bükülmeden, hatıranın devasa yapısını taşımaya devam ederler.” 

Proust’un haklılığını herkes hayatında bir kez yaşamıştır. Hiçbirimiz ağladığında çikolatayla kandırılan bir çocuktan farklı değiliz. Peynirli makarna, mantı, anne keki, tavuk suyuna şehriye çorbası, börek ve bütün karbonhidrat yüklü yiyeceklere üzgün veya canımız sıkkın olduğunda meylimizin nedeni tamamen psikolojik. O yamuk yumuk kesilmiş bir kısmı çok, bir kısmı az kızarmış patates kızartmaları da size, sevildiğiniz, şefkat gösterilen zamanları anımsatıyor. 

 

Çocukluğuna dönmek isteyene tavuk çorbası 

New York Eyalet Üniversitesi'ne bağlı Buffalo Üniversitesi’nde geçen hafta açıklanan bir araştırmadan çıkan sonuç, yemeklerle kurduğumuz sosyal bağa vurgu yapıyor. Kendimizi iyi hissetmediğimiz zamanlarda yemek istediğimiz yemekler, o yemekleri ilk yediğimiz yer, bize ilk pişiren kişiye dair hislerimizle ilintili. İngilizcede bu tür yemeklere “Comfort food” deniyor. Rahatlatan, anne yemeği gibi hisler veren yemekler için kullanılıyor. Washington Post’ta 1977’de yayımlanan bir makalede geçiyor bu kalıp, sonrasında Oxford İngilizce Sözlük’e giriyor. Ancak, yemeklerle duygular arasındaki ilişki, 60’lı yıllardan beri biliniyor. 1966’da yayımlanan bir makalede, “Stres altındaki yetişkinler, çocukluklarının güvenli ruh haline dönmek istediklerinde tavuk çorbası gibi rahatlatıcı yemeklere dönerler” yazıyor. 

Günümüze dönersek, Buffalo Üniversitesi’nden Shira Gabriel, “Bize kendimizi iyi hissettiren yemekleri düşündüğümüzde kalorili yemekler aklımıza geliyor, o yemekleri yediğimizde kendimizi iyi hissediyoruz. Ama bu hissin nereden geldiğini düşünmüyoruz. Aslında bu tür yemekler bize sosyal bir his çağrıştırıyor” diyor. Yaptıkları ilk deneyde, önce denekleri bağlanma stillerine göre ayırıyorlar. Güvenli bağlanan insanlar, ailelerinden başlayarak sosyal çevresiyle güçlü bir ilişki içinde. Kaygılı bağlanan insanlar ise, tam tersi. Daha sonra deneklerden yakın oldukları bir insanla son ettikleri kavgayı hatırlamaları isteniyor. Sonrasında her birine patates kızartması veriliyor ve soruluyor: Bu patates kızartmasını yediğinizde ne hissettiniz? İlişkileri güçlü olan insanlar patatesi daha lezzetli bulurken, diğer kısım için bir lezzet farkı çıkmıyor ortaya. Daha sonra iki hafta sürecek başka bir deney başlıyor. Bir yemek günlüğü tutan deneklerin, sonunda kendilerini yalnız hissettikleri günler çok daha fazla yediği ortaya çıkıyor. Yine, sosyal olanlar daha fazla yiyor. Sonuç olarak, araştırmadan şu çıkıyor, teselli yemeklerinin gücü, akla getirdiği duygulardan geliyor. İnsanları seviyorsanız, yemekleri de bir o kadar seviyorsunuz. 

Araştırmanın amacı, sosyal etkenler, yemek tercihlerimizi ve yeme davranışımızı nasıl etkiliyor sorusuna cevap bulmak. Nasıl ki Pavlov’un köpeği zil sesine tepki veriyor, biz de benzer şekilde kendimizi güvensiz ve stresli hissettiğimizde, bazı yemekleri hatırlıyoruz. Tabii ki, yemekle bizi tanıştıran insana karşı hislerimiz de mühim. Kötü bir çocukluk geçiren insanlarda çocukluktan kalma yemekler iyi şeyler uyandırmıyor elbette. Shira Gabriel, “Her yemekle de böyle bir bağ kurmuyoruz. Eğer bizi teselli ediyorsa, o yemekle sosyal bir bağımız var” diyor. Yine de ekliyor: “Yemekler kalbinizi asla kırmaz ama diyetinizi mahvedebilir.”

Kadınların tatlı erkeklerin baharatlı

Yemek ve duygular arasındaki bağı derinlemesine çözmeye çalışan pek çok araştırma halihazırda var. Örneğin, 2011’de yemeklerle duygusal ilişkimiz üzerine bir araştırma daha yapılmış sonuçta reddedilme ve yalnız hissetme duygularından kaçmak için teselli yemeklerine sığındığımız ortaya çıkmış. Şekerli, tuzlu ve yağlı yiyeceklerin, beynin ödül mekanizmasını uyardığı biliniyor. Kendilerini mutlu eden yemekler sorulduğunda kadınlar daha tatlı, erkekler ise daha baharatlı yemekleri seçiyor. Ortaklık şurada, kadınların da erkeklerin de teselli yemekleri kalorili. California Üniversitesi’nden Elissa Epel, bu mutluluk hissinin gerçek olduğunu, ancak vücudumuza soktuğumuz kalorilerin etkisinden daha geçici olduğunu söylüyor. Minnessota Üniversitesi’nde NASA için yapılan başka bir araştırmada, NASA Mars’a göndereceği astronotları orada mutlu edecek bir yemeğin peşine düşüyor. Minnessota Üniversitesi’nde yapılan deneyde, deneklere kendilerini kötü hissedecekleri filmler izletiliyor, sonrasında da ödül olarak farklı yemekler veriliyor. Ortaya çıkan sonuç ise şu; denekler ne yerlerse yesinler, etkisi üç dakika sonra geçtiği anlaşılıyor. Bütün o mutluluk, üç dakikalıkmış!