Tanrısız yaşamak beceri ister

Tanrısız yaşamak beceri ister. Tanrısız yaşama deneyimi olmayan kimse, aniden bu hakikatle karşılaşırsa, o güne dek uzağından geçmediği sorular üşüşür beynine. Bununla nasıl başa çıksın ki insan!

Enver Aysever/Kurşunkalem

1- Tanrı’nın varlığı ya da yokluğu konusunda kesin hüküm vermeyenlere agnostik deniyor. -Tanrı’yı umursamayan, dert edinmeyenler bu gruba katılabilir. Kaldı ki eğer varsa da, hayli adaletsiz, otoriter olduğu kesin.-

Tanrısız yaşamak beceri ister. Tanrısız yaşama deneyimi olmayan kimse, aniden bu hakikatle karşılaşırsa, o güne dek uzağından geçmediği sorular üşüşür beynine. Bununla nasıl başa çıksın ki insan! 

-Cemal Süreya söylüyor işte;

Sanmasınlar inanmıyorum

Elbet inanıyorum tanrıya 

Herkesin kendi tanrısı var

Sen ölünce ölüyor o da-

2- Tanrı tartışmasından kaçmak mümkün değil, insan en azından kendiyle bunu mutlaka yapar. -Her seferinde de Tanrı’nın varlığını kabul ederek yola koyulmak zorunda bırakılır kişi. Kapitalizme uyumlu olduğu sürece tanrı işlevseldir. Tüketim toplumunun tükenmeyen sığınağıdır Tanrı.-

İnançsız/Tanrısız olmak bir tür suç sayılır. –Oysa güç olanı yeğleyen birey alkışı hak eder-  Tanrı varlığını göstermek gibi bir sorumluluk üstlenmemişken, biz neden sürekli onun yokluğunu kanıtlamak zorundayız? 

3- Newton der ki: “Evren, Tanrı ya da tanrıların kaprislerine göre değil insan tarafından anlaşılabilecek mekanik ilkelere göre işlemektedir.”

4- Fransa’nın Ardennes bölgesinde yaşayan köy papazı Jean Meslier elli beş yaşında öldü. Ardında 400 sayfalık bir el yazması bıraktı. “İtiraflarım” adını taşıyan belgede; “Hıristiyanlık, yoksulları baskı altına almak, zenginlerin egemenliğini meşrulaştırmak ve cehaleti sürekli kılmak için kullanılan bir aygıt olmaktan öte pek az özelliğe sahip” yazıyordu.

Yaşamı boyunca Tanrıtanımaz olan Meslier, babası tarafından zorla papaz olmaya itilmişti. Meslier ardında şöyle bir mektup bıraktı: “Sizi ahmakça saçmalıklar ve boş batıl inançlarla oyalamak için, kendi düşüncelerime tamamen aykırı şeyler yapmak ve söylemek gibi can sıkıcı bir sorumluluk almış olma hoşnutsuzluğunu yaşıyorum. Bunu daima acı çekerek ve aşırı derecede iğrenerek yapıyorum.”

5- Richard Dawkins binlerce kilo ağırlığında metal bir yapı (uçak) içinde gökyüzünde bulunmamızı haklı olarak: “Batılı düşüncenin ürünü mühendislerin doğru hesaplamaları sonucu olduğunu” söyledi. 

Aklın evreni tamamen kavramak konusunda yetersiz olacağı savı, bu yalın açıklamayla bir kez daha çöktü. Eğer hesaplamalarda ufacık hata olsa yere çakılmak, ölmek kaçınılmazdır. “Aklın” henüz evrenin gizini çözememiş olması, bunun peşinden koşmasına engel değildir. Açıklamasını yapamadığımız her durum, giz, olgu, kavram olay için Tanrı’ya başvurmak kötü bir alışkanlık olsa gerek! İnsan “aklı” keşfetmedi, onu kullanmayı öğrendi. Kant: “Aydınlanma, insanın kendi ayağıyla içine düştüğü toyluktan kurtulmasıdır. Toyluk, insanın kendi aklını toyluğa kendi ayağıyla düşmesinin nedeni de akılsız olması değil, aklını başkasının rehberliği olmaksızın kullanma kararlılığı ve cesaretini gösterememesidir” dedi. 

Ancak herkesin aynı zamanda, yoğunlukta, beceride “akla” gereksinim duyduğunu söylemek güç. “İnanç” yaşamı konforlu kılar, boyun eğmeyi öğütlediği için her tür iktidar adına kullanışlıdır. 

6- Siyaset felsefecisi Thoman Hobbes ile İbranice profesörü Ralph Cudworth birbirinin çağdaşıydı. 17 yüzyılda yaşayan iki düşünür, birbirinin zıddıydı. Hobbes insanın temel varoluş biçimini: “Zavallı, yalnız, müstehcen, hayvansal ve kısa” olarak tanımlayan bir materyalistti. Doksan yaşına gelip artık ölüme yakın olduğunu fark edince kiliseye gidip gelmeye başladı. Materyalizm konusunda daha az ısrarcı olması anlaşılır elbette. Hobbes muhalifi Cudworth “Gerçek Entelektüel Evren Sistemi” adlı yapıtına adadı tüm ömrünü. Güç kavranan kitap yoğun eleştiri aldı. Kitabın amacı “Tanrının var olduğunu” kanıtlamaktı. Çağdaşı bir siyasetçi olan Lord Bolingbroke şöyle eleştirir Cudworth’u: “O kadar çok okuyordu ki düşünecek zamanı kalmıyor; ve o kadar çok beğeniliyor ki serbestçe düşünemiyor.”

Walter Benjamin. Benjamin yarım kalmış bir ömrü sürdü. İntihar ederek Nazilerin elinde ölmek yerine kendi yazgısını belirledi.

7- Walter Benjamin’in “Pasajlar”ı yarım kalmış bir eser. -Ki Benjamin yarım kalmış bir ömrü sürdü. İntihar ederek Nazilerin elinde ölmek yerine kendi yazgısını belirledi. Adorno kadar talihli değildi.- Otel odasında kendini öldüren bir düşünür, aşağıda onu bekleyen katiline teslim olmadı! Aklında “Pasajlar”ın hangi parçası vardı kim bilir? Ölümü ensesinde hissetmeyen aydın/düşünür yoktur! 

Adorno: “Bu tamamlanmamış haliyle bile eşsiz bir kültür tarihi” diyor “Pasajlar” için. Benjamin’in tüm eserlerini yayına hazırlayan Rolf Tiedemann, “Kimi kitaplar vardır, daha kitap niteliğiyle bir varlık kazanmazdan önce bir yazgıya sahip olurlar: Benjamin’in tamamlanamadan kalmış Pasajlar’ı için de durum böyledir” diyor. 

Benjamin: “Her çağın düşlere dönük bir yanı, çocuksu bir yanı” (vardır) 

Pasajlar’da diyor ki Benjamin; “Zamanımızın bir biyoloğu, şöyle demektedir: ‘Homo sapiens’in o acınası elli bin yılı, yeryüzündeki organik yaşamın tarihiyle karşılaştırıldığında, yirmi dört saatlik bir günün sonundaki iki saniye gibidir. Uygarlaşmış insanlığın tarihi bu ölçüte vurulduğunda, ancak son saatin son saniyesinin beşte birini dolduracaktır.’ Mesihçi zamanın dev bir özeti olarak tüm insanlığın tarihini kapsayan şimdiki zaman, insanlığın tarihinin evrendeki yeriyle tamamen örtüşmektedir.”

Adorno

Adorno, “Bu tamamlanmamış haliyle bile eşsiz bir kültür tarihi” diyor “Pasajlar” için.

Kapak fotoğrafı: Walter Benjamin