Zülfü Livaneli'den 'Gölgeler'

Zülfü Livaneli “Gölgeler” adlı uzun hikâyesinde, isim meselesinin sırlarla dolu dünyasından yola çıkarak yeni bir hayat formu yaratıyor.

Yayınlanma: 09.07.2018 - 16:29
Abone Ol google-news

Edebî ve ebedî gölgeler
 
İsim söz konusu olduğunda zihinlerimizin nasıl kitlendiği ya da bulandığı irili ufaklı sırlara açılır. Akrabalarından biri ismini mahkeme kararıyla değiştirdiğinde çocuklar bundan şaşırtıcı biçimde etkilenir. Şarkıcılar kendilerine sahne ismi seçtiklerinde bütün ülke onları yeni isimleriyle benimsemişken tanıdıkları onlara eski ismiyle seslenmeye devam eder. Kedi köpek dostlarımıza ilk koyduğumuz isimler üç beş gün içinde içimize sinmezse bile bir daha zor değişir. İçimize sinmeyen eski ismi sevmek, yeni bulduğumuz isme alışmaktan, o ismi çevremizdekilere kabul ettirmekten daha kolaydır çoğu zaman.

Zülfü Livaneli Gölgeler adlı uzun hikâyesinde, bu sırlarla dolu konuya müstear isimler üzerinden çekiyor okuru. Fatih Sultan Mehmet’ten Mustafa Kemal Atatürk’e, Nâzım Hikmet’ten Sabahattin Ali’ye, Attilâ İlhan’dan Cemal Süreya’ya, Reşat Nuri Güntekin’den Halide Edib Adıvar’a, Orhan Kemal’den Yaşar Kemal’e yazarak iz bırakmış birçok kişinin müstear ismi, bir gece vakti hep birlikte, Livaneli’nin “Konstantiniyye Oteli”nin lobisinden İstanbul sokaklarına süzülüyor. Bu müstear isimler asıllarından ayrı bir varlık ve yokluğa yazgılılar. Müstear isimlerini edindikleri andan itibaren, yani isim babası asılları yaşarken bile, hem var hem yoklar. Derin izler bırakmış asılları da o kadar ünlü ki birer edebi ve ebedi gölgeye dönüşmüş hepsi.
 
KELİMELER BİZİM GERÇEK HAYATIMIZ”

Livaneli’nin müstear isim meselesine uzaktan bakışı gayet net: Elbette, siyasi baskılar, özgürlük tehditleri ve devlet sansürü nedeniyle ya da ekmek parası uğruna ve edebiyatçı kimliğinin onurunu korumak adına müstear isim edinilmesi dokunaklıdır. Fakat Livaneli’nin bir de yakından ya da içeriden bakışı var ki o uzaktan bakışından da net. Edebiyatın devreye girdiği bu bakışta, isimler cisme kavuşmakla kalmıyor. Varlığı en başından itibaren yokluğa mahkûm olan ya da zaten yokluğuyla var olabilen müstear isimlerin, cisimlerinden öte, hayatı da görünür hâle geliyor. “Adı var kendi yok”ların, bir edebî yapıtta –sanki gerçekte de öyleymiş gibi- varla yok arası bir cisme kavuşabileceğini kabul ettiğiniz yetmiyor, hayatlarının da pekâlâ “hem var hem yok” formunda sürdüğüne inanıyorsunuz.        
İsim meselesinin içerdiği sırlarsa hikâye boyunca yankılanarak çözülüyor: Müstear isimlerden biri “Kelimler bizim gerçek hayatımız,” derken, bir başkası “O zaman kelime yiyip kelime için bakalım!” diye sitem ediyor. Biri “Görmüyor musunuz, yokuz işte. Kimse bizim farkımızda değil, görmüyorlar, duymuyorlar, birbirimize göre var olmamız hiçbir anlam ifade etmiyor, bu dünyaya göre yokuz,” derken, öbürü “Ama zaten hayaletiz. Meşhur yazarların takma adlarıyız. Takma ad, gerçek insan olur mu?” diye soruyor. Reşat Nuri’nin müstear ismi, Halide Edib’in müstear ismine “Saklanacak gölge arayan yalnız kadınlar değil. Yazarlığa ilk adımını atan genç erkekler de kadınlar kadar utangaç,” derken yazı, mizah, cinsiyet, günah ve siyaset arasındaki bağlara açılıyor. Erk sahibi padişahların bile edebiyatın, erk gözünde yaratacağı cinsiyet geçişlerinden ve kaymalarından korunmak adına müstear isimlere muhtaç kaldığını görüyoruz. Bazen de, müstear isimlerin Atatürk gibi asıllarının elinde nasıl bir zarafete ulaşmış olduğunu okuyoruz.

İsim meselesinin sırları çoğalıp yankılandıkça, hikâye boyunca yâd edilen İstanbul’un ismine de yeniden bakma ihtiyacı duyuyoruz. Kim bilir, eski İstanbul yenisinin tıpkı müstearına dönüşmüştür belki de?
 
Gölgeler / Zülfü Livaneli / Resimleyen: Aykut Aydoğdu / Doğan Kitap / 112 s.
  
 


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler