Anne, ablama bıçağı nasıl fırlattın?

Türkiye'de oldukça güncel bir sorun, aile içi istismar ve şiddet. Bununla ilgili pekçok araştırma, istatistik ve görüntüyle karşılaştık. Ancak hiçbiri !F İstanbul'da gösterilecek Tek Başına Dans isimli çalışma kadar gerçekleri bu kadar çarpıcı anlatmıyor.

Yayınlanma: 10.02.2014 - 11:17
Abone Ol google-news

Biene Pilavcı, Almanya'da doğup büyümüş bir Türk kızı. Henüz, 12 yaşında evden ayrılmış. Yaşadığı tüm zorluklara karşın kendi ayakları üzerinde durmayı başarmış. Sinema okuşmuş ve sonrasında kamerasını sırtına alıp ailesinin yanına dönmüş. “Yaşanan şiddet bizi nereye getirdi ve nereye götürecek” diye sormak için. Biz de belgeselin gösterimi öncesi hem Biene ile bir söyleşi yaptık, hem de Pilavcı ailesinin hikayesine bir göz attık.

“Adım Biene Pilavcı, çocukken geceleri, mezarlıklarda gezerdim, anne ve babamı fare zehiriyle öldürmeye çalıştım. 12 yaşında kendi isteğimde evden ayrıldım...” IF İstanbul'un en çarpıcı işi olmaya aday Tek Başına Dans isimli belgesel filmin başlangıcı böyle. Almanya'da doğup büyüyen bir Türk kızın, Biene Pilavcı'nın kamerayı eline alıp ailesinin yanına dönüşünün ve “neler oldu”, “bu şiddet bizi nereye getirdi ve bundan sonra nereye götürür?”diye sormasının hikayesini kendisinden dinliyoruz.

Kendi sözleriyle, 12 yaşından, 17'sine kadar bir Katolik Kız Yurdunda yaşamış Biene. “Orada hayat bayağı sertti, ama kurallara uymamanın yolunu bir şekilde bulurdum.” diyor o günlerle ilgili. 18'ine geldiğinde artık kendi ayakları üzerinde durma zamanı gelmiş. Bir süre, orada burada kaldıktan sonra sinema okumaya karar vermiş. 2005'ten 2012'ye kadar, yönetmenliğinin yanında senaryo, kurgu ve yapımclık üzerine de çalışmış aynı zamanda. Buraya kadar ki kısım Biene Pilavcı'nın şimdiye kadar ki hayatının tüm ayrıntılarını atlayan kısacık bir özetiydi. Onu ve hikayesini kendine has yapanlarsa detaylar. Kimisini kaçırdığı detaylar, ve Biene, kaldığı yurtta, kimi zaman sinir krizi geçirse de, dibe vursa da, kardeşleri, ağız birliği etmişçesine “iyi yapmışsın” diyor...

Birden karar vermiş, hatta karar bile vermemiş bu belgeseli çekmeye. Tamamen plansız gelişmiş işler. Aile üyeleri yani dört kardeşi, Esra, Samira, Ali ve İlknur da ikna olmuşlar kamera karşısına geçmeye, çünkü... ”Onlar da benim gibi birşeyler anlatmaya çalışıyorlar. Kendilerini ifade etmek istiyorlar. Onlardan aynı zamanda manevi yardım istememi büyük bir iltifat olarak kabul ettiler.” Bir de Biene'nin annesi Beyhan'la hiç bu kadar vakit geçirmemiş olması yüzünden ayrıca sevinçliymişler.

Biene'nin asıl ismi Birnur, ama herkes ona Biene, yani “arı” diye hitap ediyor. Annesi de öyle. Beyhan hanım, 70'lerde henüz 15'indeyken o sıralarda Almanya'da olan Mehmet Pilavcı'yla evlendirilmiş ve birkaç gün içinde Nevşehir'deki köyünden Almanya'nın yolunu tutmuş. Birkaç yıl sonrasında köyüne kucağında dört çocukla izne gelmiş. Ancak evlat sahibi olmak her zaman mutluluğu beraberinde getirmiyor. Kardeşlerin hemen hepsi, çocuklukları boyunca anne ve babalarından yedikleri dayak ve gördükleri şiddetten şikayet ediyorlar. Belgesel boyunca Biene'nin çocukken tuttuğu günlüğe de misafir oluyoruz. Şöyle diyor, “anne ve babam, sosyal güvenlik bir daha bizi döverlerse ellerinde alacağını söylediğinden beri, bizi nerede ve nasıl döveceklerine çok dikkat ediyorlar. Bizi kaybetmemek için niye bu kadar uğraşıyorlar anlamıyorum. Belki de hayatlarının içine ettiğimiz için, onlar da bizimkini içine etmek istiyordur.” Ancak Biene daha o yaşlarda, bir kader varsa bunu kendi yazmaya kararlıymış, “elime iki zımpara aldım. Aynada kendime uzun uzun baktım. Önce yavaş yavaş sonra çok hızlı yüzüme sürtmeye başladım. Çok acıyordu, ama buna değecekti. Ertesi sabah okula gittiğimde herkes bana ne olduğunu merak ediyordu. Öğretmenim hemen yetkilileri aradı. Velayetten mahrum edilme davası açılacaktı ve bir yurda yerleştirilecektim. En güzeli de artık hiç dayak yemeyecektim.”

Biene'nin tabiriyle, annesi kendisinin yanında diken üstünde oturuyordu. Pek fazla birlikte vakit geçirmediklerinden mi, yoksa Biene'nin soracağı soruları tahmin etmesinden mi bilinmez. Biene film boyunca annesini çok zorlayacak sorular soruyor, onun da geçmişiyle yüzleşmesini istiyor. Mesela, “anne, İlknur'u bıçakla nasıl yaralamıştın” diye soruyor. İlknur ailenin en büyüğü, bir akşam eve havuzdan geç geldiğinde, annesi Beyhan sinirden deliye dönüyor ve eline geçen bıçağı kızının arkasından fırlatıveriyor. “İlknur'un sırtında oluşan yarıktan ciğerleri görünüyordu” diye hatırlıyor Biene olayı. Ancak Biene'ye “anneni tüm olanlar için hala suçluyor musun” diye sorduğumda onu da bir kurban olarak gördüğünü söylüyor.

Beyhan Pilavcı, kocası Mehmet Pilavcı'yı bir gece, kendisine tecavüz ettiğini söyleyerek polise şikayet ediyor. Bundan sonra baba Mehmet Pliavcı hapse atılıyor ve sonrasında da sınır dışı ediliyor. Aileden kimse onu bir daha görmüyor. Ancak Ali annesinin yaptığını, babasına pusu kurmak olarak nitelendiriyor.

Ali, Pilavcı ailesinin tek erkek çocuğu. Biene onunla görüşmeye giderken, son derece tedirginmiş. “Ali'yle son görüşmemizde, polisler beni ondan zor kurtarmıştı. Yolun ortasında, beni fena dövmüştü. O yüzden on senedir görüşmüyorduk.” Biene, Ali'yi filmin gizli yıldızı olarak tanımlıyor. Hareketli hayatı, bir süre hapiste yatmasına sebep olmuş. Hatta babasıyla aynı hapisanede yatmışlar. Ali babasına karşı en az annesine olduğu kadar sinirli ve izleyiciler olarak, ailede yaşanan cinsel istismara ilk kez Ali'nin ağzından şahit oluyoruz. Ancak Ali, ne Samira ne de İlknur'un söylediklerine inanmıyor. “Anlatsalardı, babamı öldürürdüm. Şimdi kalkmış 'babam bize kalkıştı' diyorlar. Hiçbirine inanmıyorum. O zaman konuşacaklardı, sussunlar” diyor. Biene de “belki bunu yapacağını bildiklerinden susmuşlardır” diye cevap veriyor. Biene'ye göre bu konuşma, Ali'nin çaresizliğinin bir ifadesi.

Tüm bu sorunların dışında, Biene'nin film projesi, Pilavcı ailesinin yeniden biraraya gelmesine de vesile oluyor. Samira annesine doyasıya sarılırken, Ali'yi İlknur'un çocuğu Devrim'le oynarken görüyoruz. Biene, cinsel istismarı konuşmak için Samira'yla buluşuyor. Samira'nın asıl ismi Nazik, ama o Samira olmayı seçmiş. Belki geçmişinden kaçmanın bir yolu olarak görmüş bunu. Biene'ye Samira'nın yaşadıkları hakkında ne düşündüğünü sorduğumda, “bence buna kendisi daha iyi cevap verebilir dedi. Bu yüzden ben de belgeseldeki konuşmasından bir alıntı yaptım. “Dayak da en az istismar kadar kötü, çünkü ikisi de vücuduna saygısızlık.” Öte yandan Samira'nın asıl merak ettiği, “neden kurbanın kendisi olduğu.”

Tüm bu yaşananlardan sonra, aile, bir arkadaşlarının düğünü için Yunanistan'da bir araya geliyor ve aile tam anlamıyla birbirine giriyor. Herkes, deyim yerindeyse eteğindeki taşları döküyor. Bu sırada Biene çekim yapmaya devam ediyor. Bunu nasıl başardığını soruyorum, “hiç zor olmadı, çünkü bunun gibi zor anları daha önce çok yaşamıştım” oluyor. Ortalık yatıştıktan sonra annesi Biene'ye, “başka çekecek şey bulamadın mı” diye soruyor. Bundan sonra Biene'nin en büyük çelişkisi başlıyor. “Ailemin acılarını filmim için kullanıyor muyum” diye kendine soruyor. Aynı soruyu ben de sordum. “Seyirci bu filmden birşeyler çıkardığı an bence buna değer gibi geliyor. Dışardan bakınca, evet burada ahlaki bir boşluk var diye düşünebiliriz. Fakat buna seyirci karar versin.”

Biene'nin ve Pilavcı ailesinin hikayesi böyle, ama yapılması gereken birşey daha var. Ailenin kalan tek üyesiyle görüşmek. Baba Mehmet Pliavcı. Biene, tüm yaşadılarından da zorlu bu sınavı için yola çıkıyor.   Bu sıradışı hikayeyi kendi gözleriyle görmek istiyorsanız ve Biene'ninn babasıyla buluşmasında yaşananları merak ediyorsanız, IF İstanbul'da Tek Başına Dans'ı izlemelisiniz.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler