Nuray Mert de ‘Kandırılmış’

30 Eylül 2014 Salı

Kandırılmak” ifadesi ile yan yana düşüneceğim son isim Nuray Mert
Ağzı laf yapıyor, özgüveni tam; kendisini ifade konusunda hiç sorunu yok...
Üstelik “profesör” ve bir “siyaset bilimcisi”…
Sağ siyaset”, “İslamcılık” konuları ilgi alanı.
İstanbul Üniversitesi’nde ders veriyor. İnternet ortamı ve gazetelerde yazılar yazıyor…
Soyadı gibi ayrıca “Mert olduğu” yolunda bir şöhreti var.
Yedi düvelin mim koyduğu şekilde Türkiye’nin IŞİD’cilerin yol geçen hanına çevrildiği, türbanın on yaşında kız çocuklarına indirildiği bir dönemde işbaşındaki iktidar için çıkıp mertçe o da “yanıldım” demek yerine, “kandırıldık” diyorsa…
El insaf! Söylenecek söz bulamıyorum…

‘Songörü’ makbul
Dünkü Taraf gazetesine verdiği bir söyleşide; “Bizi kandırmayı bırakın!” diyor Nuray Mert; “Yarım saat önce muhafazakâr dille konuşan, yarım saat sonra cihatçı gibi konuşuyor. Bu artık bir ikiyüzlülüğe dönüştü. Çıkıp ‘İslamcıyız’ deyin. Bizi kandırmayın!
İktidar kendi ağzıyla bizzat “İslamcı” olduğunu itiraf etmediği sürece… Mert’in de katıldığı “aydınlar” grubu safça hep “kandırılmış” olacak...
İktidar kadrosunun ilk günden nereye gittiğine işaret edenler, “niyet okudukları için” her şartta “haksız” sayılacaklar…
Öngörü”; “niyet okumak faşizmine” indirgenerek karalanacak…
Songörü” muteber olacak…
Kandırılan” aydınların böyle “perşembenin gelişini çarşambadan okumak adına” hiçbir yükümlülükleri olmayacak...
Günah çıkarırken bile “militan laiklik” kontenjanından tu kaka edilen “laiklere” her fırsatta hâlâ -hiç sıkılmadan!- sataşılacak.
Meydan böylece “laikler”den temizlendikten ve atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonunda nihayet “İslamcı” oldukları teslim edilen AKP saflarıyla; yalnız kendilerini “demokrat” gören “kandırılmış aydınlar” arasında eğer yapılırsa … entelektüel bir hesaplaşma yapılacak…
Taraf söyleşisini okuduktan sonra Mert’in Diken portalında da “Evet kandırıldık, ama iyi ki de kandık!” başlıklı bir de yazı (1 Eylül) yazmış olduğunu gördüm…

Sığ sularda Kemalizm eleştirisi
Nuray Mert üzerine basa basa o yazıda da -özetle- şöyle diyor:
AKP’yi ‘muhafazakâr demokrat’.. diye tanımlıyorduk. Çünkü kendileri partilerini ve siyasetlerini böyle tanımlıyorlardı. ‘İslamcı’ tanımından özellikle kaçınıyorlardı. Kandırıldık mı? ‘Evet ve hayır’
‘Hayır’, çünkü içinde benim de olduğum farklı bakış açılarına sahip birçok demokrat, Kemalistlerin bizi zorladığı ‘niyet okuması’nı reddettik. Bu sonuna kadar doğru bir yaklaşımdı. Unutmayalım, niyet okuma, otoriter bir siyaset yaklaşımının ifadesidir; karşınızdaki kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın, onu dışardan ve çoğunukla üstten tanımlama tavrını yansıtır…
Demokrat aydınların pek çoğunun, AKP otoriterliği artık iyice su yüzüne çıkana değin, İslamcılık konusundaki ‘geniş görüşlülüğü’nde, postmodern yaklaşımların…. rolü büyük. Buna, Türkiye özelinde, demokrat aydınların Kemalizm eleştirilerinin sığ sularda boğulmasını da eklemek gerekiyor…
Ama bir noktadan sonra ‘Evet, kandırıldık’ diyebiliriz. O nokta AKP’nin kendini ‘devrimci’ bir parti olarak tanımlamaya başladığı, ‘tarihsel bir parantezi kapatıp yeni bir başlangıç yapmak’tan söz ettiği, siyasetini restorasyona dayandırdığı nokta…
Dün demokrasiden söz edenler bugün devrimden söz ediyorsa, birilerinin içinde ben de varım…
Söylediklerim… katı laiklik anlayışı karşısında fikirlerimin değiştiği manasına gelmiyor…(Ama) geldiğimiz noktada dinsel referanslar, semboller, söylemler yegane meşruiyet aracı haline geliyor ve böylece her alanda dayatma siyaseti ‘resmi ideoloji’ kalıbına dökülüp hayata geçiriliyor, itiraz eden hain diye yaftalanıyor…
Günün sonunda, İslamcılarla Kemalistler kapışırken, demokrasi mücadelesi verdiğini sananlar düpedüz ‘faydalı salaklar’ durumuna düştü. … Belli ki kandırıldık, ama iyi ki kandık! Kemalistler gibi darbeciliğe, otoriterliğe savrulmayı reddettik…

RTE’nin ‘İslam Cumhuriyeti’
Gelinen noktada “Laik eleştirilere neden kulaklarımızı tıkadık? Neden kuşkuya hiç yer vermedik? Nasıl bu kadar kör olduk” sorularının dürüstçe muhasebesini yapmak yerine, konuyu “kanmak/kandırılmak” paradigmasında ele almak bir siyaset bilimcisi profösöre ne kadar yakışıyor takdirinize bırakıyorum.
Söylenecek daha çok şey var. Yazıyı kısaca Erdoğan’ın 1996 tarihli “Demokrasi amaç değil araçtır” söyleşisinden bir kaç alıntıyla bitirmek istiyorum:
RTE: Referansımız İslamdır. Referansımıza ters hiçbir şey yapmak ve yaşamak istemiyoruz….
Referansınıza ters kanun kalkacak mı?
Tabii. Kanunları da insanlar yapar… Bizimki (Milli Görüş-RP) milletin ruh köküne dayanıyor. Aslında bu millet şu anda ruh köküyle bir değişimin tercihini arıyor…
Ruh kökü İslam mı oluyor?
İslama dayalı bir anlayış evet.
İslam Cumhuriyeti mi olacak Türkiye?
İslam Cumhuriyeti ne demektir? İslam halkı demektir. Biz ne diyoruz? Müslümanlar diyoruz. Ha Müslümanlar demişsin, ha İslam demişsin? Ne fark eder? Bu ifadeler, bu kavramlar belli zaman ve zemin içinde yerini buluyor.
Otoriter laikler” karşısında “ahlaki üstünlüğü” elden bırakmayacağız diye hala “kandırıldık” edebiyatı yapanlara kapak olsun.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Boş koltuk 5 Mayıs 2024
Yurttaşlara mektup 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları